Kardeşlik hukukunun devamı
Ya da
Rüzgâr eken fırtına biçer…
Bu toprakların mayasını yoğurmuş olan medeniyet, metafiziğinin bütünlüğü, birlikte yaşama tecrübesinin ve pratiğinin geniş kanatlı açılımları göz önünde tutulursa, tek sağlam inanış ve yaşayış tebliği olarak ayakta durmaktadır...
Bu ayakta duruşun adı, birliktir.
İşte bu medeniyet, metafiziği, teorisi ve pratiği olan tek hakikat medeniyetidir.
Bizi yoğuran medeniyet, sadece bir duygu, bir düşünce ya da eylem birliği değildir.
Lâfızların, sözlerin ve işlerin ötesinde; ruhları, gönülleri ve tüm benlikleri kaplayan ve kapsayan metafizik bir derinlik taşır ve müşterek tarihimiz, insanımızı bir arada tutan mânevî medeniyetimizin gücüne şâhittir.
Bu toprakların doğusundan batısına her bir metrekaresinde estetik ve kültürel bir bütünlük meydana getiren bu medeniyetdir. Türkülerin dilinde, masalların büyüsünde, şiirlerin hikmetinde, destanların ruhunda, kabir taşlarının her motifinde, her biri büyük bir hayranlık celbeden âbidelerin görünümünde işte bu medeniyet dile gelmektedir...
İnanıyoruz ki, bu medeniyetin bütününü hiçbir menfî kuvvet, hiçbir dünyevî kudret parçalayamayacaktır.
Çünkü bu medeniyetin birleştirdiği insanlar, atomları bir arada tutan güçten çok daha üstün bir kudretle ve mâneviyatla bir arada durmaktadır... Hepsi Âdem’dir... Âdem ise topraktandır..
Bu torakları ve bu toprakların insanlarını bin yıldan fazla bir zamandır bir arada tutan medeniyet hem kürektir hem bağ, hem yapraktır hem de kök... Bu medeniyetin meyveleri ve nimetleri hem bizimdir hem tüm insanlığın, hem mazlumundur hem kimsesizin, hem mağlubundur hem mağrurun, hem kuzeyindir hem güneyin, hem batınındır hem de doğunun. Çünkü Allah hem Doğu’nun hem de Batı’nın Rabbidir. Adem ise Rabbindendir. İnsanlık ise Âdem’dendir...
Içtimâi huzur, tarihimize ve coğrafyamıza dost olarak el birliğiyle sarılarak, toplumca gerçekleştirmiş olduğumuz sosyal başarının musikîsidir. Sosyal barışın, bir arada yaşamanın ve başarının musikisidir... Bu musîkinin bestekârı, güftekârı Tatyos Fendi olmuş, Hacı Arif Bey olmuş ne gam? Bu musîki kulaklarımızı okşuyor mu, inşirah buluyor muyuz dinlerken, bütün hikmet buradadır. Yüzyıllardır dinlediğimiz bu musîkinin akordunu kim bozabilir?
Koca Mimar Sinan’ın kökenleri kimin umurundadır bu coğrafyada? Sinan’ın Süleymaniyesi’nin asırlara meydan okuyan güzelliği, haşmeti, görkemi ve azâmetinin yanında Sinan’ın soy kütüğünün ne anlamı kalır ve Sinan’ı bizim yapmaktan hangi akıl tutulması çıkarabilir?
Bu ülke’nin bağımsızlığının, bağımsızlığmızın en veciz ve bedeli en ağır şekilde kahramanlıklarla ödenmiş sembolü İstiklal Marşımız’dır. Mehmet Âkif nereli olursa olsun, nereden olursa olsun, soy kütüğü nereye varır ise varsın, Âkif bizimdir, Âkif bizdendir, biz Âkif’tenizdir...
Dicle ile Fırat arasında, Ceyhan ile Seyhan arasında, Meriç ile Menderes arasında, Kızılırmak ile Yeşilırmak arasındaki her karışta ipek sedirlerinde Kur’an okunan, açık pencerelerinden gül kokusu yayılan cemiyetimiz her türlü çatışmaya, her türlü nifaka karşı en büyük güvencemizdir.
Unutulmuş ağtlara, çâresiz âşıklara, kitabını, yönünü kaybetmiş meczuplara, terkedilmiş çeşmelere, kabirlere, ihmâl edilmiş kütüphânelere, yitip giden şehirlere ve şehirli geleneklere, nisbetsiz kubbelere, kumrusuz, şadırvansız câmilere devâ, gönüllere ve içtimâî sadrımıza şifâ yine yüzyıllardır bir arada barış içinde yaşamış, bir arada yaşamanın en manzum misâlini insanlığa hediye etmiş olan cemiyetmizdir.
Kendi kendini yöneten bir ülkede, herkes için geçerli olan bir tek kural vardır, o da herkes için adâlettir. Yönetim bir çıkarlar çatışması alanı değil, nimetlerin adâletli bölüştürülmesi alanıdır. Gâyemize, hedeflerimize kavga ve gürültüyle ve sertlikle varamayız, soğukkanlı ve âdilce düşünmeyi de imkânsız kılar bu..
Özel hayatlarımızda ne kadar dürüst ve onurlu olursak olalım, eğer doğru yasalarımız yoksa ve bunlar doğru biçimde uygulanmıyorsa, o ülkenin ilerlemesi, o ülkede sosyal barışın sağlanması ve en önemlisi o ülkede herkes için gecikmeyen adâlet sağlanması mümkün olamaz. Ülkemiz herkes için demokrasinin yaşayabileceği güvenli bir yer hâline gelmelidir.. Herkes için demokrasi, huzurun en büyük silahıdır.
İnsanda öteki canlılarda olmayan bir özellik, kültür ve uygarlık yaratmasıdır. İnsan kültür ve uygarlık dediğimiz yüksek değerlerin mûcididir. Toplumda yüksek değerlerden kim daha çok edinmiş, onları kim daha çok benimsemiş, saklamış, korumuş yaymış, başkalarına nakletmiş, genişletip arttırmış ise, yüksek değerlere kim daha çok sahip çıkmış, kim bu değerlere daha çok katkıda bulunmuş ise, hâkimiyet; millet, Hakk ve adâlet adına onundur!
Devlet insanların gelebileceği en yüksek mertebe ya da mevkidir. Devlet, bilimin, hikmetin, adâletin ve mutluluğun temin merciidir. Zulmün karşıtı adâlet ise ve bir devletin koymuş olduğu kanunlara adâlet deniyorsa ‘kanun koyucular’, kanunlarını küllî olarak, ayırım yapmaksızın koymalılar ki huzur olsun.
Hepimiz bir erdemli toplumun inşâı ve imârında bir kandil mesâbesindeyiz. Ve hepimiz kabiliyetimizce bu zorunluluk dünyasında mesuliyet sâhibiyiz. Böyle bir burhânî geleneğin inşâının, toplumun entelektüel hayatı ve medeniyet kurgusunun gücü noktasındaki önemi gayet açıktır.
Hakikatler hayallerden geçer. Hayal ettiğimiz yüce değerlerle örülmüş bir huzur ve mutluluğa ulaşmak için sahip olunması gereken aklî, ahlakî ve teknik erdemlerin edinilmesi yönünde üzerimize düşen her şeyi hakkıyla yerine getirmeliyiz.
İçinden geçtiğimiz dönem, ülkemizin ‘adaletle imtihanı’ dönemidir. Ateşle imtihanı alnının akıyla veren bu millet artık‘adaletle imtihanı’nı da aynı şekilde başarılı olmak zorundadır. Adalet duygumuzun keyfiyeti amacımız olmalıdır. Önemli olan, ortak ideallerin, milletçe müşterek istikâmetimizin, yetişmiş insan kalitemizin, kamusal alanlarımızın, politik araçlarımızın, erdemli halkın arayış ve anlayışına uygunluğudur.
Eğer uygulanan yöntem akl-ı selîm ve kalb-i selîme dayanıyorsa, adâlete istinâd ediyorsa, muhalefet kötü niyetli ve tahripkâr değilse bizâtihi toplumun kendisi bir sivil yaygın eğitim kurumu haline gelecektir. Böyle bir şuurlu süreç de millî birlik ve berâberliğimizin harcı olacaktır.
Yok eğer bunlar hayat bulmuyorsa devlet hayatımızda ve sosyal hayatımızda, kardeşlik hukukumuz hâlel-dar ediliyor ise, birilerinin özgürlüğü, birilerini tehdit edecek duruma geliyorsa, bilinsin ki bu milletin ayranı kabardığı zaman adaleti de kendisi sağlar.
Bir imparatorluk vârisi olan bu topraklar ve bu millet, yeri geldiğinde imparatorluk gibi düşünme melekelerini de hızla hayata geçirir ve nerede adaletsizlik ve huzursuzluk var ise orada adalet ve huzur sağlamayı da bilir.
Bin yıldır hâmisi olduğu coğrafyanın hâmisi olmaya devam edecektir Türkiye. Karşısındaki gücün orantısıyla hiç ilgilenmeksizin nihayetinde giyeceği bir kefendir, giyer ve meydana çıkar. Oyunlara âlet olanlar farkında olmasa bile oyunun senaryosunu yazanlar ve oyunu sahneleyenler bunu çok iyi bilirler. Tarih bu milletin insanlığa hediye ettiği bu tecrübelerle doludur…
Bu milletin Zenci Musa’ları, Kuşçubaşı’ları, Akif’leri bitmez…
Bu millet binlerce yıllık birikimini, binlerce yıllık bir arada yaşama tecrübesini üç-beş çapulcuya, üç-beş medya maymununa, üç-beş siyaset bezirgânına fedâ etmez...
İhaneti ve hainleri, ihanete uğrayan taraf tanımlar..
Kardeşlik hukukunu devam ettirmek isteyeni affeder, bağışlar, bağrına basar. Zehir içer, kızılcık şerbeti der. Bu millet efendidir, ahlâklıdır, merhametlidir, zariftir, üdebâsıyla, ûlemâsıyla, hikmet ehlidir. Sabırlıdır. Lâkin, şehidler bu milletin en aziz hatırâlarıdır, bu hatırâlarının kirlenmesine bu millet asla müsaade etmez, etmeyecektir.
Evet, Osmanlı’da başıbozuk paşalar vardır, taltif edilerek bir köşede maaşa bağlanmıştır, lûtufla “otur oturduğun yerde” denmiştir bu başıbozuk paşalara. Ama bilinir ki, Osmanlı’da, Yedikule’de cellâda kellesi sunulan, meydanlarda sallandırılan paşaların ve hainlerin sayısı başıbozuk paşalardan kat be kat fazladır. Ve bunların bir kısmının suçları, İmralı’dakinin suçlarının yanında süt döken kedinin kabahati mesabesindedir…
Son günlerde görülüyor ki cehâlet, üniversitenin ve gazete köşelerinde yazanların tekeline geçiyor.
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi