Okyanusun iki yakası ve Türkiye…
İki bin yıl önce dünyada en övünerek söylenen söz “civis Romanus sum”(Romalıyım) idi...
Bernard Show birkaç yıl evvel önce yaptığı bir konuşmada; “Türkiye Okyanusun iki yakası arasında tercihini yapmalı” demişti…
Bahse konu okyanusun bir araya gelmeyecek olan iki yakasının adı malûm olduğu üzere ABD ve Avrupa.
Birisi, imparatorluklar vatanı olan Avrupa.
Diğeri, imparatorluklar tarihinde yeri bulunmayan Avrupa’nın gayrı meşrû çocuğu Amerika.
Tercihe zorlanan ise Türkiye; doğu ile batının irfan yatağı.
Birisi Newton, Galilei, Descartes, Leibniz, Michelangelo, Bach, Shakespeare’in kıtası.
Diğerinin sahip olduğu tarih, bu satırların yazarının mütevâzı kütüphânesindeki bir el yazma gramer kitabının yazım tarihinden daha yeni.
Tercihe zorlanan ise Türkiye; madde karşısında ruh, asâlet, haysiyet ve vakarın vârisi.
Birisi, “Herkesi öldürün, Tanrı kendisinden olanı tanıyacaktır!” vahşetinin, yani engizisyonların, yani cadı avı’nın, yaşandığı yakanın adı; Avrupa.
Diğeri, “Only white” tabelâlarının, Klu Klux Klan’ın ülkesi Amerika.
Tercihe zorlanan ise Türkiye; üç kıtada birlikte yaşamanın en güzel ve en uzun tecrübesini insanlık tarihine hediye eden bin yılın mimarı.
Birisi, çağdaşlaşma putunun vatanı Avrupa.
Diğeri, birey’e tapan bir sosyal yapının ülkesi Amerika.
Tercihe zorlanan Türkiye, “emâneti ehline tevdî ediniz” diyerek liyakati esas ittihaz eden bir medeniyetin lokomotifi.
Birisi afarozun ve şiddetin kaynağı Avrupa.
Diğeri çıkarların koruyucusu Amerika.
Tercihe zorlanan Türkiye ise tesâmühün yeşerdiği, kök saldığı en münbit toprakların ve sabrın ülkesi.
Bernard Show’un Türkiye’ye sunduğu ‘sıtma’ ya da ‘ölüm’, ‘kırk katır’ ya da ‘kırk satır’...
Türkiye bahse konu iki yaka arasında debeleniyor.
Türkiye, Osmanlı’dan sonra dünyada henüz yerine oturmayan küresel dengeyi oluşturacak ve bu dengenin/iktidarın kendi içindeki uzantılarıyla kurulan simbiyotik bağı çözecek bir medeniyet kimliği ve siyâset duruşu tespit edebilmiş değil kendisine.
Türkiye hâlâ Viyana önlerinde bozguna uğrayan bir ordunun psikolojisine sahip. Oysa hiçbir bozgun mutlak değildir, sonsuz değildir.
Bu bozgunun tesirleri el’ân devem ediyor. Morali bozuk, kendine güveni olmayan, ait olduğu medeniyete karar verememiş bir şaşkınlıkla izliyor olan biteni Türkiye…
Silahların ve iktisadî gücün desteklediği bir hâkimiyetin ve patronajın özel ismi hâline gelen Amerika’ya bağımlı bir dışpolitika, yine Amerika’nın temsil ettiği kültürsüz bir sosyal yapının yerleştiği içtimâi hayatımız, vicdanlarımızı, hayat tarzlarımızı, günlük alışkanlıklarımızı dahi biçimlendiren bir psikolojik Amerikanlaşmanın yayıldığı bireycilik ile her türlü estetik değerin faydacılığa kurban edildiği bir sosyal nizam…
Batının kulaklara fısıldadığı üç beş kelime ile koca bir Osmanlı’nın yıkılışını hızlandıran entelijansiyanın, Kânun-u Esâsi, Hürriyet, Meşrûtiyet gibi kelimelerle sarhoş olmuş zihinleri ile başlayan batılılaşma macerası tüm hızıyla yol alıyor.
Paris’i görmeyenin insan bile sayılamayacağını söyleyen bürokratlar, “zaman, zaman-ı terâkkî, cihan, cihân-ı ulûm / olur mu cehl ile kaabil beka-yı cemiyât” diye şiirler yazan sefir-i kebirler ile, Paris’te bir sergi gezisinde hürriyet heykelini görünce, “Paris kemâl ikliminin sultanıdır. Bu teşhirgâh-ı imtihan Fransa’nın uluvv-ı kâbına bir bürhandır”diyen paşalarımıza cevabı Osmanlıya bağlı bir ülkenin çocuğu olan romancı Panait Istrati verir:
“Dünyanın en hür diyarı Osmanlıdır. Tanrı’ya ve padişaha çatmadıktan sonra insan orada her şeyi yapmakta serbesttir”.
‘Bir kümes hayvanının uçma taklidi’ne benzeyen batılılaşma maceramızın, bizi okyanusun iki yakası arasında şakın, bî-çâre bırakması, her bozgunun mutlak olamayacağı gibi mutlak değildir…
Bu denli güçlü devlet geleneklerinin, güçlü bir irfanın, güçlü bir felsefenin, güçlü bir tarihin üzerinde yaşayan Türkiye’nin geriye dönüp bakması bile kendine gelmesi için önemli bir başlangıç olacaktır.
Kendi gölgesinden korkan bir Türkiye her geçen gün daha da ufkunu daraltacaktır. Oysa, Balkanlar, Kafkasya, Asya, Ortadoğu ve tüm İslâm coğrafyasında sahip olduğumuz siyâsî ve kültürel tesirler ve Batının sırtındaki kamçı izlerimiz bizi ait olduğumuz yere taşıyacaktır. Ait olduğumuz yer, Batı düşmanlığı değil, Batıyı doğru kodlarla tanımak, tanımlamak ve kendimizi de bu tanımlama ile konumlandırmak olacaktır.
Biz Doğuluyuz, biz Akdenizliyiz, biz İslâm ülkesiyiz, İslam coğrafyasının patronajını ve mesuliyetlerini omuzlarımızda taşıyoruz. Balkanlardan Orta Asya’ya kadar ayaklara bir küçük diken batsa, gözlerin, umutların Ankara’ya çevrildiği bir dünyada yaşıyoruz.
Eisenhower’ın yarım yüzyıl önce ABD’nin asıl meselesinin, “Hükümetlerden değil halktan gelen bir nefret dalgasıyla karşı karşıya olmamız” diye açıkladığı gibi, Osmanlı’nın Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkasya gibi üç problemli bölgede oluşturduğu boşluğu dolduramadığını itiraf eden Batının yeni dünya düzenleri de iflâs etmeğe mahkûmdur. ABD ve Batı patronajının meşrûiyet problemleri her geçen gün dünyada artarak devam etmektedir.
Bu bahse konu boşluk ve ayağına diken batan mazlumların yardım isteyen bakışlarının ve umutlarının çevrildiği yer yine Ankara olmaya devam edecektir.
Cemil Meriç’in “yeni neslin soylu idealistler” dediği bir gençlik içinden bu umuda cevap verecek kahramanları çıkartmak mesuliyetinde ve mecburiyetindedir artık.
Tarihin çarkının yeniden “adalet.. adalet.. adalet” için dönmesi, dünyanın zembereğinin yeniden tarafımızca kurulması bu mesuliyet ve mecburiyete bağlıdır.
Başaramamış olmak, evet, zordur, ama başarmayı denememiş olmak çok daha kötüdür..
Birazcık ihanet bekleyen Batının bu isteği karşısında oldukça cömert davranan bu toprakların aydınlarına ve Batıya artık cevap verilmelidir.
Kendini tanımak yani, iki yüz yıldır eriyen taraflarımızı, dağılan taraflarımızı, kaybolan hayallerimizi, dileklerimizi, ruyâlarımızı tanımakla işe başlayabiliriz. Hayal görmekten bile vazgeçecek kadar kendimizi tanımağa korkmaktan teberrî etmeliyiz.
İki yüz yıldır büyük hayaller kurmayan bizler, önce büyük hayaller kurmalı, bunların ruyâsını görmeli ve bu hayallerin, bu ruyânın gerçekleşebileceğine inanmalıyız.
Nizâm-ı âlem bir büyük hayaldir evet..
Lakin ruyâsından uyandığımızın üstünden henüz bir asır bile geçmemiştir.
Vakit varken bu ruyâya yatmanın ve iki bin yıl sonrasına bırakacağımız sözü şimdi söylemenin
tam zamandır:
“İki bin yıl önce dünyada en çok övünülecek söz: Ben Türküm” sözüydü…
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi