Telvin Hüsn-ü Hat Sahaf Şiir
Anasayfa > Nizâm-ı Âlem Yazıları > Tanrı onları korusun ama bizden uzak tutsun!”

Tanrı onları korusun ama bizden uzak tutsun!”


İyilik ve kötülük… İkisini de içimizde taşıyoruz… Yalnızca fark edene, idrak edene kadar, tanımlayana kadar bilmiyoruz, tanımıyoruz onları.. Ama içimizde bir yerdeler, bir nefes gibi, nabzımız gibi… 


Fark ettiğimizde, idrâk ettiğimizde, tanıdığımızda, tanımlayabildiğimizde başlıyor aslında hayat.  


O zaman hayatımıza giriyor kavramlar, kelimeler, heceler… O zaman hayatımıza giriyor sorular.. O zaman başlıyoruz aramağa cevapları.. Çok soruyoruz, çok az cevap buluyoruz... Bulduğumuz, bulduğumuzu sandığımız cevaplar da iflâs ediyor bâzen.. Kronometreyi sıfırlamak gibi bir şey bu…  Ya da bir patinaj, didinip didinip aynı yerde saymak.. Sil yeni baştan.. Elde var sıfır.. Elde var inanma hislerimizin, arama cehdimizin, hakikate dair tecessüslerimizin hâk ile yeksân oluşu… Hasar tespît çalışmaları geçmişe dair zihnî mesâiyi yok ediyor ve hasar tespîtini yapabilene aşk’olsun…


Soruların peşindeki insanlar, ayaklarındaki prangalarla bir müebbed mahkûmlar tâifesi aslında.. Sorulara mahkûmlar, hakikatin ne olduğuna dair bir tecessüse mahkûmlar. İnsanlığın tüm yükünü omuzlamışlar, kimse onları muvazzaf kılmasa da.. Soruları ve cevapları ancak fısıltı ile konuşabilen bu mahkûmlar tâifesinin sesi bile duyulmuyor. Oysa, prangalarının şakırtıları bile içtimâî hayatın huzurunu kaçırmağa kâfi ve de vâfi... Bu mahkûmlar tâifesine tahammülü yok toplumun, prangalarının yürürlerken çıkardığı şakırtılarından bile rahatsız… Mümkün olsa hiç görmeseler, hiç duymasalar çok huzurlu olacaklar. Kendilerine benzememeleri kâfi, safra muamelesi yapmaları için. 


“Sen bize benzemiyorsun, o hâlde bizden uzak duracaksın, huzurumuzu kaçırmayacaksın!..”.


“God save them, keep away from us…”(“Tanrı onları korusun ama bizden uzak tutsun”*)


Mâsumlar aslında. Trajik ama gerçekten mâsumlar. Müebbed hüküm giymiş olabilirler, Lâkin mâsumlar. Kolayca damgalanabilirler ama mâsumlar.  Görüldükleri yerde tanınabilirler onlar, ama mâsumlar. Çirkin  ördektirler ama mâsumlar. Kolayca sizden olmadıkları anlaşılır, ama mâsumlar. Başta ilginizi çekebilir, sonra ürkütebilirler, ama mâsumlar…


Bütün kalabalıklara “Durun, yanlış yöne gidiyorsunuz” derler tek başlarına… Kalabalık şöyle bir bakar, “deli” der ya da “meczup”, en azından “bizden değil” ve yollarına devam eder kalabalıklar... Oturması, kalkması, yemesi, içmesi, zevkleri, ilgisi, sevmesi, sevmemesi, hazzı, hoşnutsuzluğu, sevinci, tasası, heyecanı, sükûneti hiç alışıldık değildir, o vakit; “o bir delidir, yeri tecrittir…”.  


İstedikleri çok zor bir şey değildir aslında.


 “Hakikat nedir?” diye sorarlar. “Böyle de olmaz mı?” derler en azından. “İyilik ve kötülük nedir?” diye sorarlar. Sorarlar, hep sorarlar… “Gelin beraber cevap arayalım” teklifleri kalabalıkların avazaları arasında boğulur gider…


Çünkü kalabalıklar iyi olduklarından emîndirler. O kadar emîndirler ki, bâzen soruları soranlar bile kendilerinden şüphe ederler.  Kalabalıklar o kadar iyiymiş gibi görünürler ki, iyilik bile saklar kendini… Utanır, iyi olduğundan.. Kalabalıklar yargılarlar, hükm’ederler, infâz ederler.. Vazife duygusuyla kendi kanunlarına uymakla gurur duyar kalabalıklar. Onların kitabında yazan muhakkak doğrudur…


“Oysa iyilik belki bu değildir” der soruyu soranlardan birisi ve “Siz neden iyisiniz?” diye sorar…


Cevap oldukça basit ve yalındır. “Öyle öğretildi bize…” Bu basitliğin ve yalınlığın neden anlaşılmadığına da şaşarlar.


“Peki, öğretilmeseydi iyi olmayacak mıydınız?”


İyilikleriniz, inandıklarınız, öğrendikleriniz mi iyiliğinize sebep? Doğruluğunuza sebep? Dürüstlüğünüze sebep? Sevmenize sebep? Nefretlerinize sebep?


Onlar olmasa inanmaz mıydınız, doğru olmaz mıydınız, dürüst olmaz mıydınız, sevmez, nefret etmez miydiniz?


Her ne iseniz, o oluşunuz neden illa ki hâricî bir etkene istinâd etmeli?  O hâricî etken ortadan katlığında ya da o hâricî etkenle ünsiyetiniz kalmadığında ne yapacaksınız? Muallâk taşı gibi havada mı kalacaksınız?


Belâgatin şehvetinden, iktidârın şehvetinden söz edilir… Gâliba yargının şehveti de bunların yanında yer almalı… Yargılarız kolayca ve rahatlarız, halletmişizdir devâsa meseleleri. Vicdânımız rahattır. Haklı mıyız, haksız mıyız umurumuzda değildir. Çünkü “ya böyle değilse” ihtimâlinin zihnimizde yeri yoktur…


Olan soruların sâhiplerine olur. Onlar mahkûmiyeti tercih etmiştir sanki.. Ayaklarındaki prangaların şakırtılarıyla istemeden de olsa rahatsızlık vermeye devam ederler. Üzülürler, inkısâr-ı hayale düçâr olurlar, yine de sihâm-ı kazayı kendilerine vecihlendirirler ve yine soru sorarlar“acaba ben mi hata yapıyorum?”.


Onlar sorular olmadan yaşayamazlar. Yaşasalar da anlamlandırmazlar hayatlarını..


“Belâ-yı ışka gel ey andelib söyleşelim


Ki müşkülât suâl ü cevab ile aşılır…”.


Bir zihnî teşevvüş telâkkî ediniz, geçiniz…  


(* Ecinni tâifesi için söylenmiş İngiliz atasözü)



Yorumlar

Güvenlik Kodu

vahiy  insan  şehir  revelation  ahlâk  etik  ethica  nüzhet yalan estetik  metafizik  ebrah doğu  batı  fıtrat  creation  yaratılış  iyilik  kötülük  dürüstlük  eşref-i mahlûkat  kişilik  asâlet  cesâret  vefâ  sadâkat  ihânet  yalan  immoralist  mitoloji  belh’um adâl  aere perennius  antere  genetik  şuur  terbiye  muâşeret  muâşaka  muvâsalat  firâk  zarâfet  letâfet  ferâset  panteon   rolyef  fresk  heykel  portre  gravür   ideal  ülkü  ülkücü   kerbelâ  aşk keşke  cennet  cehennem  araf  âdem  havva  hâbil  kâbil  elma  haz  hayâ  hicap  gurur  hürriyet  adâlet  musâvat  agnostic  akıl  dacret  locig  analytical  antiq  aristokrasi  kûrûn-i vustâ  giyotin  hakikat  hikmet  paradox  dialectic  tenkit  stoa  akademia  logos  logos spermaticos  felâsife  gelenek  hermeneutic  semantic  hint  upanişad  mutezile  ihvân-ı safa  ilk neden   iskenderiye okulu  medinetü’l fâzıla   hürriyet  kölelik  rönesans  ütopya  rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed  kur’ân  endülüs ibn-i rüşd  aristotales  şeyh gâlip  farâbi  platon  sokrat   marcus aurelius  galile  mimar sinan  kirkedard  farabi  ibn-i sina   ibn-i hâldun  kafka  taşköprülüzâde  gazâli  musa cârullah  şemseddin sâmi frasheri  bergson  enver paşa  muhammed ikbal  hayyam  mehmet âkif  yâkup cemil  şems  ibn-i haldun  mevlâna  ali şeriâti  fuzulî  ebu’l âlâ el maarrî  ahmet mithat efendi  cemil meriç  nâmık kemal  ahmed hamdi tanpınar  kemal tahir  yahya kemal  cahid zarifoğlu  dostoyevski  tolstoy  knut hamsun  nietzsche  oğuz atay gogol  albert camus  descartes  herman hesse  puşkin  halil cibran  kaşgarlı mahmut  tevfik fikret  cenap şehabettin  neyzen tevfik  motzart  bach  mahler  tarkovski  suç ve  cezâ   anna karenina  madonna  prag  istanbul  çocuk kalbi  sn. petersburg  soljenitsin  marks  kant  heraklit  hegel  el-hamra  endülüs  kâmus u türkî  redhouse  wagner  kâmus u okyanus  lugat-i fransevî  iliria shqip  meydan larusse  şakâyık-ı nûmâniye  mevzuâtü’l ulûm  abdülkadir merâgi  ıtrî  muhammed esed  michelangelo van gogh  cezanne  rembrand  monet  hoca ali rıza  ulysess gaze  eleni karaindrou  sezen aksu  golha  farid farjad  osman hamdi

Tasarım : ATS