Şapkadan tavşan çıkar mı?
Şimdikiler kullanıyor mu bilmem, ama uzun yıllar evvel okuduğumuz çizgi romandan bir cümle mecaz olarak da hayatın içinde düşmüştü… Her türlü sürprize hazır olun, şaşırmayın, biraz sonra denizi göreceksiniz kabîlindendi o cümle:
“Ormanda fantomun ne zaman çakacağı belli olmaz…”
Fantomdu bu, gerçekten de ne zaman çakacağı belli olmazdı…
En umulmadık zamanlarda, en umulmaz işler görürdü. Kafasında muhakkak bir planı olur ve her şey de o plana hizmet ederdi…
Hayat da bâzen bir çizgi film gibi değil mi zaten?
Hayatın içinde de fantomlar yok mu, ne zaman çakacağı belli olmayan, nereden çakacağı belirsiz?
Var…
Hayat fantomların istediği gibi mi akar peki hep?
Hayır..
Herkesin bir hesâbı vardır.. Lâkin biz inanırız ki Allah’ın hesâbı tüm hesapların üzerindedir…
Şapkalarından tavşan çıkaranlar, muhtemeldir ki tavşanı çıkaracak zamanı bekliyor olabilirler… Şapkadan çıkacak olan tavşanı hayretler içinde izleyerek, elleri patlayıncaya değin alkışlayacak kalabalıklar da vardır belki… Bütün bunlar olabilir…
Ama olmayabilir de…
Şapkadan çıkan tavşan kimsenin ilgisini çekmeyebilir… Yeni nesiller artık şapkadan çıkan tavşana ilgi göstermiyorlar. Nejat Uygur’un mahallî şive esprilerine gülmüyorlar… Cüneyt Arkın filmlerine itibâr etmiyorlar, mizah malzemesi muâmelesi yapıyorlar.. Bul karoyu al parayı, hiç ama hiç ilgilerini çekmiyor. Komen oynamıyorlar, tahta bir tabanca ile“dişiiya.. dişiiya ” gibi garip sesler çıkarmıyorlar ateş ederken.. Ve saçma sapan hareketlerle öldü taklitleri yapmıyorlar…
“Akıl Oyunları” izliyorlar.. Kara mizah seviyorlar.. “Counter Strike” oynuyorlar…
Yani şapkadan tavşan çıkaracak olanların işi zor…
Fantom’un da tabii olarak… Bu kez ormanda çakamayabilir…
Yönetilebilen, yönlendirilebilen. Yeri geldiğinde zılgıt çekilebilen, azarlanabilen, yok sayılabilen, bunların fazla kaçtığı hissedildiğinde, biraz daha gayret, senden bir şeyler olur, hiç de fenâ götürmüyorsun şeklinde hafifçe taltif edilen, gıyâbında ise gülünen, tahkir edilen birisi herkesin tercihi gibi duruyor; herkesin ve benim dediğimin dışına çıkamaz diyenlerin… Bahse konu birisi de maalesef bütün bunlara müstahâk zaten…
Böyle birisi banko, şapkadaki muhtemel tavşan yedek…
Peki, tarih böyle mi deverân eder hep?
Hayır…
İstediğiniz kadar yok sayın. İstediğiniz kadar tahfif edin. İstediğiniz kadar yalnız bırakın. İstediğiniz kadar uzak durun. İstediğiniz kadar sessiz kalın ya da gürültüyü bizzat çıkarın. İstediğiniz kadar tâlimat yayınlayın. İstediğiniz kadar yasaklayın. İstediğiniz kadar istediğinizi yapın…
Herkesin bir hesâbı vardır şüphesiz. Ama hesapların üstünde Allahın hesâbı vardır. Şaşmaz, değişmez, ertelenemez ve neticesinden kaçılamaz, görmezden gelinemez… O hesap tutacaksa tutar, her şeyi ve herkesi anlamsız kılar..
Müfterîler “mülevves vehimleriyle” baş başa kalır.. Önyargılar başını öne eğmek zorunda kalır. Tezvirâtın dili lâl olur, yerini tecellîye ve ait olduğu cinse ve mahalle, kapı önlerine bırakır… Yargısız infaz kadük kalır, yerini adâlete bırakır... Mağdurlar mağrur, mazlumlar mâlik, mahzunlar mesrûr olur… Kemirgen şüpheler def ü ref olur, hakikat ayân ve gâlip olur…
Ayakta kalan konfeksiyon bir ahlâk değil, bizatihî ahlâkın kendisi olur…
Bütün bunlar olur…
Bir hâtıraya sahip çıkmak için, bir yolculuğa devam etmek için, bir kardeşliği sürdürmek ve kavîleştirmek için, safları sıklaştırmak, hizâya getirmek için, bir ideâlin devâmına yoldaki karınca misâli “bismillah” demek için, bir acı kaybın âhirinde “yeniden elif” demek için elini taşın altına koyan, bütün hesapları bozar ve yerinde ağır olur...
Yeter ki Allah’ın murâdı ile kesişsin yolu, yeter ki Allah’ın rızâsı ile kesişsin niyeti, yeter ki her insan gibi en güzel ahlâk ile yaratıldığı hâliyle Allah’ın ölçüleriyle kesişsin terâzisi…
Ne “mülevves müfteriler” kalır ne “mülevves vehimler”… Ne önyargılar kalır ne tezvir’at ehlinin ahlâksızlıkları… Ne yargısız infaz kalır ne tahfifât…
Gayrı geriye yalnız dualar kalır, hayır duaları…
Ves-selâm…
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi