Telvin Hüsn-ü Hat Sahaf Şiir
Anasayfa > Nizâm-ı Âlem Yazıları > İmprimatur: Söz Hakkı…

İmprimatur: Söz Hakkı…


Yıllar evvel okumuştum bu romanı.. Yazarı, yenik düşenlere, tarih içinde yitip gitmiş, iktidarın sesine karşı seslerini duyuramamış mağlûplara ithâf etmiş romanını.. Ve bu mağluplara verdiği “söz hakkı” olarak yazmış “İmprimatur”u…



“İmprimatur secretum veritas mysterıum…”


(“Sırları istediğiniz kadar yayınlayın, hakikat esrârını muhafaza eder) cümlesiyle başlıyordu roman ve aslında sekiz yüz altmış dokuz sâhifeyi hülasaa ediyordu bu cümle ile…



Vatikan’ın ve Avrupa’nın girift, paradoksal ve karanlık çehresini anlatan bir cinâyet ve ardındaki dokuz gün dokuz gecenin sırlarını birbiri peşi sıra kurgulayan bu tarihî romanda aslında, insanın güce tapınmasının ne demek olduğunu ve bir süre sonra güce tapınanların nasıl kendilerini tanrılaştırdığının  trajik hikâyesini buluyorsunuz...



İnsanoğlu için değişen bir şey yok…



Güce yine tapınıyor. Aslında güçlendikçe zayıflıyor, insanî taraflarını kaybediyor…



Güce mâruz kaldığında “isyan ahlâkı” devreye giriyor, isyân ediyor, kavga veriyor, onurunu koruyor, gururunu koruyor, şahsiyetini koruyor, izzet-i nefsini koruyor, ahlâkını koruyor, müstakil kişiliğini koruyor, değerlerini koruyor, dostlarını koruyor, inandıklarını koruyor, ideâllerini koruyor, çünkü “direniş ahlâkı” uyanıyor ve “insan mâruz kalmaz, tercih eder” diyor…



Bunları yaparken sonunu hesâb etmiyor, neticeleri umurunda değil, tek düşündüğü bizatihî kendini ve kendine dâir olanların muhafazası, kendine saygısı evvelemirde… Kendine saygı duyabilmek için bütün bunlara oksijen kadar muhtaç, su kadar muhtaç, çünkü hayatının anlamı ancak kendisine duyabileceği saygı kadar. Bu saygıyı yitirirse hayatının anlamını da yitirecek ve “eşrefî mahlûkat”tan  “nebât- hüdâ”ya tenzil olacak…



Güce ulaştığında ise, güçle donandığında ya da buna emîn olduğunda, bahse konu gücün ebedîliğine de inanıyor. Buna inandığı ândan itibaren de bir planya başlıyor insanı öğütmeye, yavaş yavaş.. Usulca.. Öğüttüğü bedenin, öğüttüğü kalbin, öğüttüğü idrâkin, öğüttüğü şuurun bile fark edemediği kadar küçük zerreciklerini savuruyor etrâfa…



Bu öğütücü değirmenin mekânı bir “cinnet mustatili”… 



Mustatil: Güç, vehim, zan…



Üçü de kurt gibi kemiriyor içten içe…



Evvelen kalbi kemiriyor, sonra şuuru, sonra vefâ hissini mikronlarına ayırıyor, deforme ediyor, keyfiyetini ve anlamını kaydırıyor ve nihayet adâlet duygusunu parçalıyor…



Kalp hissizleşiyor, vefâ hissi muhatabını bulamıyor, mülevves vehimlerin kurbânı oluyor, kardeşlik hukuku bir ped kadar kıymetsizleşiyor, adâlet yerini zûlme bırakıyor…



Ve eski ayıplar âdet oluyor: “Quae fuerant vitia mores sunt…”



Eski ayıpların muhatapları, eski ayıplara karşı “direniş ahlâkı”nın savaşçıları, eski ayıpları âdet hâline getirmeğe başlıyor…



Gişesi olur mu meçhûl, lâkin, kötü bir film yeniden vizyona giriyor, dağlar gibi gençlerin âlemde perîşân olduğunun filmi bu. Perîşân olacak yeni gençler arıyor film, figüranları ve izleyicilerinin arasından…



Akl-ı selîm için bu film vizyona girmemeli, izlenmemeli. Sinek avlamalı gişesi...



Hem filmin aktörleri için, hem figüranları için, hem izleyicileri için…



Tarih için, mâzi için, hiçbir şeyin yitirilmemesi için, geçmişin geleceği ilgilendiren şeylerde canlı kalabilmesi için, bir hatâdan bir hakikate geçilemeyeceği için vizyona girmemeli, izlenmemeli…



Bu film hiç ama hiçbir dostluktan, hiç ama hiçbir kardeşlikten daha kıymetli değildir…



Hiçbir kurumdan daha kıymetli değildir.



Herkes bir kere ölecektir…



Vicdan insanı her gün bin kere öldürebilecek kadar şedît bir hâfızaya sâhiptir. Başımızı yastığımıza koyduğumuzda rahat etmesi gereken yalnızca vicdanımızdır. Vücud dinlenir, ama vicdan asla…



Hakikat karşısında hangi karanlık çukura gömersek gömelim vicdânımızı, üzerini neyle, hangi yalanla  örtersek örtelim, ne kadar derinlerde olursa olsun hakikat, oradan bir hafif rüzgâr ile ya da küçük bir işâret ile, bir acı iniltiyle mevcûdiyetini bize bildirir:



“Buradayım” der…


 


Bu acı iniltiyi bu dünyâda duymaz iseniz, mahşerde kendisini size duyuracaktır… İşte o zaman uğrunda hakikati incittiklerinizi gözünüz görmeyecektir…


 


“Nereden” ve “kimden” gelirse gelsin haksızlık karşısında susan bir dili taşımaktansa, o dil ile idealleri anlatmaktansa, şiir yazmaktansa, büyük lâflar etmektense hayat boyu susmak ehven-i şerdir.



Ve ehven-i şer bâzen geleceği kurtarır…




Yorumlar

Güvenlik Kodu

vahiy  insan  şehir  revelation  ahlâk  etik  ethica  nüzhet yalan estetik  metafizik  ebrah doğu  batı  fıtrat  creation  yaratılış  iyilik  kötülük  dürüstlük  eşref-i mahlûkat  kişilik  asâlet  cesâret  vefâ  sadâkat  ihânet  yalan  immoralist  mitoloji  belh’um adâl  aere perennius  antere  genetik  şuur  terbiye  muâşeret  muâşaka  muvâsalat  firâk  zarâfet  letâfet  ferâset  panteon   rolyef  fresk  heykel  portre  gravür   ideal  ülkü  ülkücü   kerbelâ  aşk keşke  cennet  cehennem  araf  âdem  havva  hâbil  kâbil  elma  haz  hayâ  hicap  gurur  hürriyet  adâlet  musâvat  agnostic  akıl  dacret  locig  analytical  antiq  aristokrasi  kûrûn-i vustâ  giyotin  hakikat  hikmet  paradox  dialectic  tenkit  stoa  akademia  logos  logos spermaticos  felâsife  gelenek  hermeneutic  semantic  hint  upanişad  mutezile  ihvân-ı safa  ilk neden   iskenderiye okulu  medinetü’l fâzıla   hürriyet  kölelik  rönesans  ütopya  rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed  kur’ân  endülüs ibn-i rüşd  aristotales  şeyh gâlip  farâbi  platon  sokrat   marcus aurelius  galile  mimar sinan  kirkedard  farabi  ibn-i sina   ibn-i hâldun  kafka  taşköprülüzâde  gazâli  musa cârullah  şemseddin sâmi frasheri  bergson  enver paşa  muhammed ikbal  hayyam  mehmet âkif  yâkup cemil  şems  ibn-i haldun  mevlâna  ali şeriâti  fuzulî  ebu’l âlâ el maarrî  ahmet mithat efendi  cemil meriç  nâmık kemal  ahmed hamdi tanpınar  kemal tahir  yahya kemal  cahid zarifoğlu  dostoyevski  tolstoy  knut hamsun  nietzsche  oğuz atay gogol  albert camus  descartes  herman hesse  puşkin  halil cibran  kaşgarlı mahmut  tevfik fikret  cenap şehabettin  neyzen tevfik  motzart  bach  mahler  tarkovski  suç ve  cezâ   anna karenina  madonna  prag  istanbul  çocuk kalbi  sn. petersburg  soljenitsin  marks  kant  heraklit  hegel  el-hamra  endülüs  kâmus u türkî  redhouse  wagner  kâmus u okyanus  lugat-i fransevî  iliria shqip  meydan larusse  şakâyık-ı nûmâniye  mevzuâtü’l ulûm  abdülkadir merâgi  ıtrî  muhammed esed  michelangelo van gogh  cezanne  rembrand  monet  hoca ali rıza  ulysess gaze  eleni karaindrou  sezen aksu  golha  farid farjad  osman hamdi

Tasarım : ATS