Yâ Rabbi! Bu ülkede "bir onurlu istifa" göremeden tükenecek mi ömrümüz?
Ölüm bu kadar kanıksanmamalı. Bu raddede normalleşmemeli ölüm. Ölüm üzerinden üretilen bu denli bir bir hamâset artık mide bulandırmalı…
On bir askerimiz şehid oldu. Türk ordusunun on bir askeri kendi vatanında, kendi bayrağının altında, kendi topraklarında şehid edildi. Kendi sınırlarından geçen teröristler henüz üç aylık askerimizi ve arkadaşlarını kendi vatanlarında şehid etti. Saatler süren bir çatışma neticesinde. Tıpkı Dağlıca'da olduğu gibi, tıpkı diğerlerinde olduğu gibi...
Al bayrağa sarılı tabutlar merâsimlerle baba ocaklarına yollandı... Mitingler.. sloganlar.. protestolar..
Haber bültenlerinde duygulu sunumlar, gözyaşları...
Hiç kimse başta ateşin bizzat düştüğü ve cayır cayır yaktığı ailelere ve millete "Biz bu vatan evlâtlarını koruyamadık"diyemiyor...
Sanki sıradan bir vak'a. Sanki ülke resmî bir ordu ile savaş hâlinde. Sanki bu öncelikli olarak ve evvelemirde bir güvenlik meselesi değilmiş gibi davranıyor herkes...
Sanki bu hükümetin, o birliğin komutanlarının, onların üstlerinin bir güvenlik, bir istihbarat zaafı değilmiş gibi yapıyor koskoca bir ülke...
Bölgenin bir generali açıklama yapıyor:
"Saat 11.30 sularında termal kameralardan 57 kişilik bir grup gördük, o bölgeye top ateşi yaptık, cevap gelmeyince kaçakçı ya da çoban sandık..."
...
Ne demek bu?
Bunu söyleyen bir santral memuru değil, birliğin çaycısı değil, bir generalimiz...
Neresinde tutarsanız tutun perişanlık akıyor cümleden...
Siz termal kamerada gördüğünüz her gruba top ateşi mi yapıyorsunuz?
Ateşinize karşılık gelmez ise aklınıza yalnızca kaçakçılar ve çobanlar mı geliyor?
Orası Kapıkule gümrük kapısı mı?
En azından üçüncü ihtimal olarak, vazife yaptığınız bölgeyi de hesaba katarak(!) grubun terörist olma ihtimalini değerlendirmeniz gerekmiyor mu?
O saatte orada çobanlar hep 57 kişilik gruplar halinde mi dolaşıyorlar?
Yani sürüleri yok, ama çobanlar o saatte sıcaklardan bunaldılar ve dağlarda bir arada gece yürüyüşü yapıyorlar öyle mi?
Ya da kaçakçılar 57 kişilik bir grup halinde kaçakçılık mı yapıyorlar, toplu kaçakçılık, öyle mi?
Siz kaçakçıların üzerine de top ateşi mi yapıyorsunuz her zaman?
Ateşe cevap gelmezse bırakıyor musunuz kaçakçıları, ne kaçırırlarsa kaçırsınlar öyle mi?
...
Başka bir sahne...
Çatışmada yaralanan askerlerimizi ziyaret ediyor Genelkurmay Başkanı ve Başbakan... Bir asker mevziini terk ederek teröristleri takip etmek istiyor. Komutanı izin vermiyor. "Sen anlat" diyor Genelkurmay Başkanı. Askerimiz anlatıyor ve şu veciz cümle, şu kahramanlık hulâsaası dökülüyor askerimizin mübârek dudaklarından son olarak:
"Arkadaşlarımın şehid olduğu tepede bir dikilitaş olmaya hazırım...".
Genelkurmak Başkanı yorumluyor bu kahramanlık hulâsaasını:
"İşte bizim Mehmetçiğimiz bu, biz gücümüzü buradan alırız..".
...
Evet gücümüzü buradan alırız. Ordunun gücü Mehmetçiğin imânıdır, pervâsız cesâretidir, vatanseverliğidir...
Peki güvenlik zaafiyetinin hesabını kim verecek? Kim itiraf edecek "bu bir güvenlik zaafıdır" diye?
Daha ne kadar askerimizi toprağın altına vereceğiz? Daha ne kadar ana kuzusu kanlar içinde baba ocağına dönecek? Daha ne kadar miting yapacağız? Daha ne kadar şiir yazacağız, kaç haber bülteninde daha kaç kez sunacağız bu çocukların ölüm haberlerini, daha kaç ocak sönecek?
Yaralı askerlerin yanaklarından makas alarak neyi halledeceğiz?
Bu kadar kanıksamamalıyız ölümü... Bu kadar normalleşmemeli gencecik yavrularımızın ölümleri... Ardından yazığımız şiirler, mitinglerde kustuğumuz öfke tazecik fidanlarımızın ömürlerinin baharında toprağa düşmelerini teskin etmemeli.
Dağlıca'da şehid olanların isimlerini ve daha nicelerini biz hatırlamıyoruz bugün, ama o ateşlerin düştüğü ocaklarda dillere vird oldu o isimler, gönüllerine kor olarak düştü o isimler, o isimler o gönüllerde yanmaya devam ediyorlar...
Bu kadar basit olmamalı...
Evet, O çocuklar kahramandır, cesurdur, ölümlere meydan okurlar, vatan için seve seve canlarını fedâ ederler, ama "o çocuklar kıymetlidir"ler de...
Yaşamaya, evlât sahibi olmaya, evlatlarını sevmeye, evlatlarını askere yollamaya, evlatlarını gelin etmeye, evlatlarının mezuniyet törenlerini ve görmeye her şeye ama her şeye onların da hakkı hakları vardır. Bir insan müsveddesinin mermisiyle ölmek değildir o çocukların hakkı! Bu artık bir kader değildir, kader olmaktan çıkıp, bir ihmal, bir zaaf olmuştur...
Ortada bir savaş değil, kahpe bir terör sorunu vardır. Bu ülkenin sınırları yolgeçen hanı değildir.
Zor olan coğrafya yalnızca bize değil, sırtlan gibi o coğrafyadan sızan ve ikibin beş yüz metre yükseklikte vatan evlatlarını katleden o hayvandan aşağı teröristler için de zordur... Bu işin mazereti yoktur artık. Bu ülkenin güvenliğinden sorumlu olanlar bu ülkenin güvenliğini, bu ülkenin sınırlarının güvenliğini sağlamak zorundadırlar...
Yâ Rabbi! Bu ülkede "bir onurlu istifa" göremeden tükenecek mi ömrümüz?
Vefâsı, hâyâsı ve onuru olmayanın imânı olur mu?
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi