Bir sigara dumanından savrulan ülkücülük…
Referandum tartışmaları sâyesinde “bu ülke” ülkücülük ve ülkücülerle ilgili yoğun bir enformasyon ediniyor. “Reklâmın iyisi kötüsü olmaz” diyenlerden değilim. Tam tersine “mürd-i kıptî şecaat arz ederken sirkatin söylermiş” kelâm-ı kibarının isâbetine inananlardanım…
Referandumun sunduğu enformasyon imkânı, ülkücülere kendilerini ifâde etme imkânı değil. Çünkü bu imkânı sunanlar uzun yıllardır ülkücüleri görmezden gelenler… Sunulan enformasyon sahasının, yani ekranların, ülkücülere uzatılan mikrofonların, gazete demeçlerinin, bir “moloz dökme sahası”na dönüşmesinin hikmeti, enformasyon imkânının gerekçelerinde mahfuz…
“Biraz da biz yiyelim” veya “çok horlandık, biraz da biz iktidar denen güç ile halvet olalım ve zevk edelim” partisi olan mevcut iktidarın, özellikle “Habur kepâzeliği”nden mütevellit “siyâsî alan sıkışması”nı genişletecek, nefessiz kaldığı bu alanda kendisine “oksijen takviyesi” yapacak bir milliyetçi destek, bünyesine bir “millî unsur enjeksiyonu”, bir “millî-manevî serum” ihtiyâcını karşılamak için “Geçici 15.Madde” değişikliği hamlesidir bu hikmet…
Bir tarafta cumhurbaşkanını halkın seçmesiyle ilgili referandumda olduğu gibi homojen olmayan MHP tabanındaki benzer dağılma ve diğer tarafta “mevcut genel merkeziyle” AKP’nin müştemilâtında oturan ve köşkün beslemesi gibi davranan BBP’nin resmî tavrına ve hülasa ülkücülerin referandum tartışmalarındaki performansına bakılırsa başarılı da bir hamle bu…
Politik merkezlerde duran yetkili ve resmî eşhâs hariç, referandumda “evet” ya da “hayır” kanaatini, reyini beyân eden pek çok arkadaşımız için kanaatleri “şahsî kanaatler”den öteye bir anlam ifâde etmez son tahlilde. En fazla beyân sâhibinin isminin kapladığı “tesir alanıyla” sınırlıdır kanaatleri… Yani hukukî tâbiriyle anayasanın kendilerine verdiği“ifâde hürriyeti” haklarını kullanmaktalar bu arkadaşlarımız…
Suat Başaran’ın, Ali Güngör’ün ve İsmail Türk’ün “hayır” oyu kullanacağını ifâde etmesiyle, Ramazan Akgün’ün, Şahin Bilgiç’in ve Muammer Cindilli’nin “evet” oyu kullanacağını ifâde etmesi arasında hiç bir fark yoktur… Her iki kanaat de şahsî algılama, değerlendirme, tahlil etmelerin neticesidir tabii olarak… Merhum Hüseyin Kurumahmutoğlu’nun kardeşinin “evet” demesiyle merhum Mustafa Pehlivanoğlu’nun babasının “hayır” demesi gibi…
Problem resmî sıfat taşıyanlarda…
“Evet” diyenler ve “hayır” diyenlerin mevcut sıfatlarını ve kurumsal âidiyetlerini fazla önemseyip, mârifetin veya kerâmetin sarıkta olduğunu sananların bir uslûp problemi var ortalıkta… Salgın hâlinde ve bulaşıcı da aynı zamanda bu problem…
Bir MHP milletvekili Recai Yıldırım, televizyonlarda “evet” oyu vereceğini beyân eden “ülkücüleri başbakana köpeklik etmekle eşitliyor”…
Mikrofonun veya kameranın şehvetine kapılmak bu olsa gerek; “gusûl gerektirecek bir münâsebetsizlik bu”…
Üstelik muhataplarından hiçbirisinin yüzüne bunu söylemeye cesâret edemez. Şu ânda güvendiği tek şey başındaki sarık, yani milletvekilliği sıfatı ve kurumsal âidiyeti. Oysa kerâmet bunlarda değildir. Ait olduğu ideolojinin bir önemli maddesidir “şahsiyetçilik”. Makâmınız ve sıfatınız sihirli değnek değildir, size şahsiyet vermez, muvakkattır bunlar, bugün var yarın yokturlar. Bugün âit olduğunuz kurum yarın sizi kustuğunda sinkaflarla saldıracaksınız o kuruma, senaryo bir sevk-i tabii olarak böyle işliyor…
Bir diğer MHP milletvekili Metin Çobanoğlu, yine televizyonlarda “evet” oyu vereceğini beyân eden ülkücüler hakkında güyâ lâf ediyor, konuşmak zorunda ya, ağzı olan herkes konuşuyor ya, o da konuşmak, demeç vermek, basına çıkmak, ekranda görünmek zorunda ve birkaç okkalı(!) kelâm etmek zorunda hissediyor kendini: “Evet oyu vereceğini açıklayanların bir sigara dumanı kadar kıymeti yok bizim gözümüzde…”
Breh.. breh. breh.. Ne lâf ama! Çok etkileyici… O gece muhtemelen bütün basını, internet sitelerini ve eğer televizyonlardan birinde haber olduysa kayıtlarını arşivlemiştir sayın ülkücü milletvekili…
“Sigara dumanı kadar kıymeti yok bizim gözümüzde…”
Enteresan… Siz kimsiniz? Kıymet takdir komisyonu musunuz siz?
Ülkücüler siyâseten her şeylerini kaybetseler de, “tahkir edilmez onurlarını” kaybetmemeliler…
İşte bu “onur kaybı”nın en üst düzeyde yaşandığı kurumun mebuslarısınız siz …
Rahşan Ecevit’in, “Eli kanlı katillerle koalisyon yapmam” dediği ve bu herzesinin bir süre gargara yapılıp sonra kemâl-i âfiyetle yutulduğu partinin mensupları sizlersiniz…
Gazetecilerin, “Cumhurbaşkanı adayı çıkaracak mısınız?” sualine, “Hayır bize böyle bir görev verilmedi” cevabını veren Genel Başkan sizin partinizin Genel Başkanı…
Türk kaatili Çin Devlet Başkanı Zemin’e “Devlet Nişanı” takılan ve ocaklarda Türkistan bayraklarının bulundurulmasının yasaklandığı dönem sizin iktidar ortağı olduğunuz dönem…
“TBMM’de Apo’yu asacak 128 ip var” dedikten sonra o iplere mendillerinizi asan sizlersiniz…
Kenan Evren Vakfı’na örtülü ödenekten 4 yüz bin dolar verilen dönem devr-i iktidarınızın dönemi ve altında Genel Başkanınızın imzası var bu ödeneğin…
Koalisyon ortağı olduğunuz dönem, Anayasa değişiklikleriyle alâkalı olarak kılını kıpırdatmayan, geçici 15. Madde’yi hatırlamayan, cezâvlerinde hâlâ ülkücülerin yattığından habersiz olduğunuz bir dönem…
“Başörtüsü sorununu biz çözeriz” diyerek geldiğiniz iktidar ortaklığında daha ilk gün milletvekilenizin baş örtüsünü“çözüp çıkartan” sizsiniz…
AKP milletvekili Bekir Bozdağ’ın, “Orada erkek burada ürkek olmasınlar. Dağda kurt burada kuzu gibiler. Madem Ercişyes’te uluyorlar o zaman gelip burada, Meclis’te de ulusunlar…”
hakâreti hâlen ortalıkta duruyor, ülkücünün “tahkir edilmez onuru”nu ayaklar altında bırakan sizlersiniz. Bu hakâreti kurumsal anlamda üzerime almamam gerektiği hâlde, “o herif ile karşılaşırsam ve abus’ul vech kerih-ül menzar suratına bir tokat aşk etmez isem yaşadığım hayata lânet olsun” diyorken ben, sizin sükûtunuzdan utanıyorum…
Bu onur nasıl kurtulur ve bu gibi durumlarda bir ülkücü tavır nasıl olur diye merak e diyorsanız eğer, Eyüp Aşık denen herif-i nâ-şerifi Başbakanın koltuğunun altından alarak “ibret-i âlem için tekdir eden” ülkücü Ankara’da mukimdir ve kendilerini tanırsınız, gidiniz sorunuz kendisine, yardımcı olacaktır size, kırmaz emînim, eğer tavassut ihtiyâcınız olur ise kendileriyle muhakkak görüşeceğim, bendenizin tavassutu kendisinin nezdinde muteberdir…
Ülkücüler, mikrofonun ve kameranın şehvetine kapılmayınız…
Bu referandum neticesi ne “demokrasinin asr-ı saadetinin şafağıdır” ve ne de “ülkenin bütün tersânelerinin işgali”anlamını taşır…
Bu referandum “12 Eylül kahpeliğine karşı bir yürek soğutma” referandumudur; yüreklerinizi soğutunuz ey ülkücüler, devr-i iktidarlarında bunu akletmeyenlere bir naziredir, bu nazireyi ifa ediniz ve AKP ve Pensilvanya hesaplaşmalarımızı 13 Eylül’e tehir ediniz…
Ves-selâm…
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi