Hâkim renk: Renksizlik…
Tuna Caddesi’nde mûkim “müsâdüfiyn tâifesi” ve yapıp ettikleri, yapmadıkları/ yapamadıkları ile alâkalı pek çok yazı yazdım..
Liyâkatsizliklerinden kifâyetsizliklerine, kaza sürecindeki beceriksizliklerinden belki de çok fazla becerikli oluşlarına, siyâsî terbiye noksanlıklarından ağızlarına geleni söylemek gibi hafif meşrepliklerine kadar pek çok yazı yazdım…
Referandum sürecinde “AKP’nin müştemilâtındaki besleme” rolündeki politikalarının mide bulandıran boyutlarından, işi gücü bırakıp muhalefet partilerine yüklenmek gibi garip siyâsetlerine, BBP kürsülerinden(gerekçesi ne olursa olsun)“Alperenler arkanda!” diye Başbakana haykırmalarından, televizyon ekranlarında Türkçe’nin yarılmadık ne kaşını ne gözünü bıraktıkları deli saçması açıklamalarına kadar haklarında pek çok şey yazdım…
Bir genel başkan adayının topladığı imzaları beş dakika içinde geçersiz kabul ederek, on dakika içinde de imza toplayanları ve zımnen imza verenleri de “ergenekocu” diye medyaya jurnallemelerinden, Rus votkası ve Ardahan’dan yayınlanan “izdivaç proğramı”na kadar haklarında pek çok şey yazdım…
Bu gün geldiğim noktada, durumdan bir soru çıkarmak niyetindeyim artık.
Alan râzı satan râzı…
Sâhi, niye yazıyorum?
Bu soruyu sormanın benim için zamanı mı bilmiyorum açıkçası, lakin zamanı olsa da olmasa da soruyorum, niye yazıyorum?
Alan râzı satan râzı…
Niye yazıyorum?
Muhsin Yazıcıoğlu’nun koltuğunda, ikinci sınıf bir taşra sâkini, ikinci sınıf bir taşra ağzıyla “sui kast olduğunu ıspât etsinler hesap sormazsam eteklik giyerim” diyor…
Muhsin Yazcıoğlu’nun halefi(!) merâmını böyle anlatabiliyor!..
“Ruhâniyetiyle(kavram yanlışlığı kendisine âit) istişâre etmeden hiçbir karar almıyorum” diyen bu kişi, bu uslûpsuzluğu da böyle bir istişâreye mi borçludur acaba?
Muhsin Yazıcıoğlu ve arkadaşlarını taşıyan helikopterin düşmesinin bir gün sonrasında, onlarca kişinin içinde, “Aday olursam Türk milleti ……” şeklinde ağıza alınmayacak sinkaflarla kendisini bağlayan(bütün ikazlara rağmen) ve ardından aday olan bir Muhsin Yazıcıoğlu halefi(!).
Geçtiğimiz 25 Mart sene-i devriyesinin(2010) birkaç gün öncesinde dar katılımlı bir görüşmede, “25 Mart’tan sonra ben yokum, bırakmazsam …..” diyerek yine sinkaflarla kendisini bağlayan bir Muhsin Yazıcıoğlu halefi(!)…
Ve en son, bir televizyon ekranında, ““sui kast olduğunu ıspât etsinler hesap sormazsam eteklik giyerim” diyen bir Muhsin Yazıcıoğlu halefi…
Bu listeyi uzatmak malûm u ilan ve angaryadan ibâret olacaktır. Artık kelâma da yazık oluyor, kelâmın haysiyeti hâlel-dâr oluyor…
Aktif politika taraklarında dokunmuş ve dokunacak bezim yok, bu sebeple de bu kişinin bizzâtihî adaylığı ve genel başkanlığı ve arkadaşlarının vazâfiyle ile alâkalı bir derdim de yok, isterlerse Acem mülküne sultân olsunlar, umurumda bile değiller. Lâkin, yukarıda örneklerini verdiğim anektotlar(ki epeyce yekûn teşkil ediyor yazmadıklarım/yazamadıklarım), kendisinin ve dolayısıyla mesâi arkadaşlarının liyâkatsizliklerinin boyunlarına asacakları birer nişan nispetinde bir zillet olması tarafıyla alâkadarım yalnızca iki yıldır…
Amma velâkin görüyorum ki, bu kişinin “etek giyebileceğini” ifâde etmesi bile câmiada bir karşılık bulmuyor. Hiç kimse rahatsız olmuyor. Hiç kimseden bir tenkit almıyor. Hiç kimsenin zoruna gitmiyor. Hiç kimse bunu mâziye ve maalesef halefi olduğu Muhsin Yazıcıoğlu’nun hâtırasına bir hakâret telâkkî etmiyor!..
Hiç kimse müştekî değil, herkes durumdan memnun…
O kadar memnun ki, peşinden kilometrelerce yol kat ediyor kerli ferli adamlar…
Yazıcıoğlu âilesi durumdan memnun, kendilerine teşekkür ediyor..
Yusuf Yazıcıoğlu durumdan memnun, hemen yanı başından eksik olmuyor…
Partinin MKYK’sı önemli oranda memnun…
İl teşkilatları durumdan memnun…
Hiç kimse kendisini mahçup hissetmiyor, arkasında, yanında, yöresinde fotograf vermekten rahatsız değil…
Eee.. bana ne oluyor da bunları yazıyorum, kimin için?
Niye dert ediniyorum bütün bunları?
“Parti kapansın, Muhsin Yazıcıoğlu gitsin İngiltere’de İngilizce öğrensin” diyenler, “ebedî şehit liderim”edebiyâtıyla şimdi siyâset yapıyorlar, ne kadar mide bulandırıcı!..
Devlet Bahçeli’den randevu alabilmek için arkadaşlarımızı haftanın üç günü arayıp tavassut dilenenler, şimdi “ebedî şehit liderim” edebiyâtıyla BBP’de siyâset yapıyor, ne kadar utandırıcı!..
Bir taraftan DDK’ya baskı yapılıyor, suikast imâsı açıklanırsa biz zor durumda kalırız diyerek, diğer taraftan AKP’ye aba altından sopa gösteriliyor, seçimlerde bizi görmezseniz meydanlarda sizi zor durumda bırakırız diyerek, ne kadar esef verici!..
Belki de şunu tespit etmek gerekiyor, Yalçın Topçu ve arkadaşları BBP teşkilatlarına “cuk” diye oturdu, âhenk içindeler, senkronizasyon mükemmel…
Neden olmasın?
Belki de böyle gerçekten!..
Belki de Muhsin Yazıcıoğlu kendi teşkilatına bile birkaç gömlek büyüktü, şimdi gömlek ve beden uyum içinde, tam oturdu, âhengin, senkronizasyonun sebebi bu…
Bütün bunların izahı bu belki de!..
Neden olmasın?
Şüphesiz bütün bu bahsettiğim marazlardan rahatsız olanlar var.. Şüphesiz isyan edenler de var..
Ama hâkim renk rahatsız olanlar değil, bu kesin.. Hâkim renk; renksizlik, ilkesizlik bu da kesin…
BBP kürsüsü vakar kürsüsüdür diyoruz. Bu vakar denilen değer, kontör değil ki, şifre girerek yüklensin, şifresi 25 Mart’ta kayboldu, bilenler de hatırlamak istemiyor, şifre o kadar fazla sayıda yanlış girildi ki kart bloke oldu, artık hatırlasalar da önemi kalmadı!..
Bütün bunların rağmına hâlâ niye mi yazıyorum?
Yeni nesiller adına yazıyorum. Yeni nesiller bu çirkin mizansende yer almasın diye yazıyorum. Son nefesimi verdiğimde üzerimde, bir şey yapabilecekken yapmamış olmanın vebâlini bırakmamak için yazıyorum… On üç, on dört yaşında Muhsin Yazıcıoğlu sevenlerini gördüğüm için yazıyorum. Onlara gönül rahatlığıyla Muhsin Yazıcıoğlu’ndan bahsedebilmek için yazıyorum…
Eğrisiyle, doğrusuyla, iyisiyle kötüsüyle, hatâsıyla sevâbıyla bir mâziye ve bir hâtıraya hiç bir hesâba müteâllik olmaksızın sâhip çıkmak adına yazıyorum…
Muhsin Yazıcıoğlu: Ne kadar da yapayalnız bir adammışsın sen!..
Ves-selâm…
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi