Telvin Hüsn-ü Hat Sahaf Şiir
Anasayfa > Nizâm-ı Âlem Yazıları > Demokrasi dedikleri işveli bir dilber…

Demokrasi dedikleri işveli bir dilber…


“Kalkıyoruz.. Silivri yolcusu kalmasın…”



Demokrasi kadar ırzına geçilen bir başka kavram daha ithal edildi mi acaba bu ülkeye?



Orhan Veli “sere serpe” şiirini demokrasi için yazmış sanki…



Uzanıp yatıvermiş, sere serpe; 
Entarisi sıyrılmış hafiften; 
Kolunu kaldırmış, koltuğu görünüyor; 
Bir eliyle de göğsünü tutmuş. 
İçinde kötülüğü yok, biliyorum; 
Yok, benim de yok ama... 
Olmaz ki! 
Böyle de yatılmaz ki!..



Tecâvüzcülerine böylece imkân tanıyor demokrasi Orhan Veli’nin şiirinden. Tecâvüzcüleri de, bir ilâhiyâtçımızın(!) dilinden“ağır tahrik” gerekçesiyle mâkûller, anlaşılabilirler âlemine alınıyor.



Mahallenin biraz gözü dışarıda ve her zaman tâze kalabilen dulu kadar câzip bir kavram bu demokrasi, meraklısını sürekli cezbediyor, tahrik ediyor!.. Hele bu aralar, demokrasi denen bu her zaman tâze kalabilen dul biraz fazlaca dekolte giyindiğinden olsa gerek, tâcizcisini de meşrûlaştıran bir duruşa sâhip. Kontrolsüz kavşak gibi âdetâ, gelen geçiyor. Behçet Nacar, Aydemir Akbaş, Nuri Alço ve Tecâvüzcü Coşkun’a rahmet okutturacak kadar hâzık ve ehil tecâvüzcüleri var; hemen her kesimden üstelik...



Aslında demokrasi denen bu işveli dilber, genellikle hâki rengin tasallutuna mâruz kalır. O kadar mâruz kalır ki, artık aralarındaki mâruz kalma  durumu mudur, yoksa yarı gönüllü bir  alışkanlık mıdır,  burası biraz karışır tarihin içinde..



Hâki renk ile demokrasi arasındaki bu marazî münâsebete dâir pek çok örnek var tarihimizde.



“Askıya alınan” bir iç çamaşırı muâmelesine tâbi tutulan bir nâzenin aslında demokrasi.



Askıdaki iç çamaşırı teşhiri, onu askıya asan için bir hicap meselsi değildir.



“Bu ülkeye komünizm gelecekse de biz getiririz” diyen kafa ile “Zigana vâdisinde portakal yetişmez” diyen kafa aynı kafadır. “Halk plajlara hücûm etti, vatandaş denize giremiyor” diyen kafa ile “Asmayacaktık ta besleyecek miydik?” diyen kafa aynı kafadır. “Demokrasi  bir araçtır” diyen kafa ile “Şeriat sandıktan da çıksa iktidar olamaz”diyen kafa aynı kafadır.



O kafalar, demokrasi denen nâzenini dillere düşürenler, adını çıkartanlardır.



Kutsanan bir bâkire gibi, muhafaza edilmesi gerekenler listesindedir aslında demokrasi ama, bir türlü  o muameleye lâyık görülmez..



Demokrasi, kendisinden başkasının istifâdesine tahammülü olmayan siyasetçi sınıfının da dilinde vird-i zebândır, istedikleri zaman “korum ve kollama” gâyesiyle “durumdan vazife çıkaran” silk-i askeriyenin silsile-i merâtibinin dilinde de vird-i zebândır.



Demokrasi,      “paranın ideolojisi olmaz” diyen fakat devletin uhdesindeki akçeyi paylaşmaya yanaşmayan zenginler kulübü üyelerinin dilinde de pelesenktir, kendi hayat arzının dışındaki hayat tarzı ile hayatını devam ettirmek isteyenlere üniversitenin kapısını kapatan ilmiye sınıfının dilinde de pelesenktir.



Demokrasi, “adalet mülkün temelidir” diyen, lakin yargıdaki kastın sonsuza kadar devamını isteyen yargı mensuplarının dilinde de şakırdayan bir sakızdır, her darbeyi ayakta alkışlayan medyanın dilinde şuh edâlarla dönüp duran ve ara sıra patlatılan bir sakızdır.



Herkesin demokrasisi kendinedir bu “ülke”de.



“28 Şubat gerekirse bin yıl devam eder” diyen de demokrasi aşığıdır,  “kanlı mı olacak kansız mı?” diyen de demokrasi aşığıdır.,



Ülkenin başbakanına “…venk” diyen de demokrattır bu ülkede, bu hakâret karşısında yutkunup başını eğen ve “bir gün o da bizim  partilimiz olacak” diyen de demokrattır.



Okuduğu bir şiir yüzünden hapse atılan için de demokrasi gözbebeğidir, başörtüsü yasaklarını AHİM’e götüren için de demokrasi gözbebeğidir, YAŞ karalarını sorgusuz sualsiz imzalayanlar için de demokrasi gözbebeğidir, oğluna gemicikler alan için de demokrasi göz bebeğidir. Kızılay meydanında biber gazı eşliğinde coplanan Tekel işçileri için de demokrasi gözbebeğidir, Dolmabahçe önünde başbakanı protesto etmek isteyen aktivist öğrenciler ve mesleklerinin zorlukları sebebiyle bunalımda oldukları gerekçesiyle(!) onları coplayan polisler için de demokrasi gözbebeğidir…



Bütün bunlar arasında, olan demokrasi denilen her zaman tâze kalabilmeyi başaran mahallemizin işveli duluna olur. Adı çıkmıştır bir kere, ne yapsa nâfiledir.



Şimdilerde bu işveli dilberin yeni bir mâşuku vardır, “dijital tecâvüz”



Bilgisayarlarında bulunan bir dosya, cep telefonlarına ketenpele ile kaydedilmiş sakıncalı fihristler gerekçesiyle tutuklanır insanlar, bunu yapanlar da demokrasiyi “koruma ve kollama” vazifesini deruhte etmektedirler. Türkiye, birisinin okuduğu bir şiir yüzünden yattığı bir kaç ay hapis cezasının diyetini ödeye ödeye bitirememektedir. Bu bedel bir türlü ödenmez, bu câri hesap hiç kapanmaz yıllardır.  Öde babam öde, doymak bilmez, teskin olmak bilmez, ödeşmek bilmez bir alacaklının hesabıdır bu. Yaptığı üç beş kilometre duble yola karşılık, yaptığı üç beş bin meskene karşılık, yaptığı bir stada karşılık her şeyimizi ister,  çünkü bütün bunları cebinden yapmıştır(!).



Vücuduna elektirik verilmiş, askılara asılmış, işkencelerde sakat kalmış, idam sehpalarında can vermiş hayatının en güzel yıllarını askerî mahkemelerin ali kıran baş kesen yargılamalarında aldıkları hapis cezalarıyla tüketen bir nesil bile kendisini bu kadar alacaklı hissetmez, kapatmıştır hesabı, içine gömmüştür acılarını, ama bunun hesabı bitmez, kini dinmez…



Kendisinden memnun olmayan, kendisini alkışlamayan, takdir etmeyen, bravo çığlıkları atmayan, gücüne râm olmayan hiç kimseye tahammül etmez bahse konu şahıs. Yalnızca alkış sesleri duymak ister, yalnızca takdir cümleleri duymak ister.



Ve kader bize, belki de hayatımız boyunca, soğuktan donsak dağlarından odun kesmeyeceğimiz, susuzluktan ölsek pınarından su içmeyeceğimiz, bâzı kesimlerle aynı şeyleri hissedeceğimiz günleri yaşatmaktadır. Bu his; aynı gücün karşısında durup, “yeter artık” demek hissiyâtıdır, aynı güneşin altına çamaşır kurutmak karâbeti gibidir, ama bir karâbettir nihâyetinde. Ve tersinden bir gâlip hissiyât da, aslında yakın kulvarlarda bir mücâdele geleneğinden gelen bu şimdilerin hâkim gücü ve iktidarının komşu kadrolarından ve müşterekliklerimizden mütemâdiyen ve süratle uzaklaşma hissiyâtıdır. Biz artık aynı dünyanın insanları değilizdir.  Zulme uğramış insanların zâlim olması anlaşılabilir bir şey değildir, zulmün gerekçesi yoktur... Zulüm, birlikte aynı hizalanabileceğimiz  bir saf değildir.



Aynı mağduriyetlerle yıllarca mücâdele eden bir kadro, bir zihniyet nihayet iktidârı, gücü eline geçirmiş ve kendisi de kendisini yıllarca mağdur edenlerle aynîleşmiştir. Metot aynıdır, altta kalanın canı çıksındır.



Demokrasi denen işveli dilberin kendisini koruyan ve kollayanlarla münâsebeti artık bir Nuri Alço ve mağdureleri hikâyesidir. Bu hikâyenin okunacak tarafı kalmamıştır.



Demokrasinin “kutsal bâkire” sıfatlarından soyulup, bir gün, “problemleri çözme metodu” olarak telâkkî edileceği günü umutla beklemekten başka yapacak bir şey yoktur...




Yorumlar

Güvenlik Kodu

vahiy  insan  şehir  revelation  ahlâk  etik  ethica  nüzhet yalan estetik  metafizik  ebrah doğu  batı  fıtrat  creation  yaratılış  iyilik  kötülük  dürüstlük  eşref-i mahlûkat  kişilik  asâlet  cesâret  vefâ  sadâkat  ihânet  yalan  immoralist  mitoloji  belh’um adâl  aere perennius  antere  genetik  şuur  terbiye  muâşeret  muâşaka  muvâsalat  firâk  zarâfet  letâfet  ferâset  panteon   rolyef  fresk  heykel  portre  gravür   ideal  ülkü  ülkücü   kerbelâ  aşk keşke  cennet  cehennem  araf  âdem  havva  hâbil  kâbil  elma  haz  hayâ  hicap  gurur  hürriyet  adâlet  musâvat  agnostic  akıl  dacret  locig  analytical  antiq  aristokrasi  kûrûn-i vustâ  giyotin  hakikat  hikmet  paradox  dialectic  tenkit  stoa  akademia  logos  logos spermaticos  felâsife  gelenek  hermeneutic  semantic  hint  upanişad  mutezile  ihvân-ı safa  ilk neden   iskenderiye okulu  medinetü’l fâzıla   hürriyet  kölelik  rönesans  ütopya  rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed  kur’ân  endülüs ibn-i rüşd  aristotales  şeyh gâlip  farâbi  platon  sokrat   marcus aurelius  galile  mimar sinan  kirkedard  farabi  ibn-i sina   ibn-i hâldun  kafka  taşköprülüzâde  gazâli  musa cârullah  şemseddin sâmi frasheri  bergson  enver paşa  muhammed ikbal  hayyam  mehmet âkif  yâkup cemil  şems  ibn-i haldun  mevlâna  ali şeriâti  fuzulî  ebu’l âlâ el maarrî  ahmet mithat efendi  cemil meriç  nâmık kemal  ahmed hamdi tanpınar  kemal tahir  yahya kemal  cahid zarifoğlu  dostoyevski  tolstoy  knut hamsun  nietzsche  oğuz atay gogol  albert camus  descartes  herman hesse  puşkin  halil cibran  kaşgarlı mahmut  tevfik fikret  cenap şehabettin  neyzen tevfik  motzart  bach  mahler  tarkovski  suç ve  cezâ   anna karenina  madonna  prag  istanbul  çocuk kalbi  sn. petersburg  soljenitsin  marks  kant  heraklit  hegel  el-hamra  endülüs  kâmus u türkî  redhouse  wagner  kâmus u okyanus  lugat-i fransevî  iliria shqip  meydan larusse  şakâyık-ı nûmâniye  mevzuâtü’l ulûm  abdülkadir merâgi  ıtrî  muhammed esed  michelangelo van gogh  cezanne  rembrand  monet  hoca ali rıza  ulysess gaze  eleni karaindrou  sezen aksu  golha  farid farjad  osman hamdi

Tasarım : ATS