Telvin Hüsn-ü Hat Sahaf Şiir
Anasayfa > Nizâm-ı Âlem Yazıları > Takrir-i Sükûn’dan Tahkikat Komisyonları’na…

Takrir-i Sükûn’dan Tahkikat Komisyonları’na…



Mccarty’den, Çevik Bir’e…





“Tahkikat Komisyonları”, 27 Mayıs’a giden yolun belki de son metrelerinden biriydi Menderes için. Paris’te düşen uçaktan sağ kurtulan Menderes, etrafında oluşturulan uhrevî havanın tesiriyle gücüne hudut tâyin edemiyor, gittiği her yerde coşkulu kalabalıklar tarafından dualarla karşılanıyor, dualarla teşyî ediliyordu. Bir darbe ihtimâline asla ihtimal vermeyen Menderes, işte böyle bir güven duygusuyla, maraza çıkaran iki grubun, muhalefet ve basının tahkik edilmesi için kararları lâ yü’sel   Tahkikat Komisyonlarını kurdu. Meşrûiyetini Anayasa’dan alan, ve fakat ancak bir dikta rejiminin kendini savunma mekanizmasından başkaca bir anlama gelmeyen bir uygulamaydı. Ömrü uzun olmadı, çünkü kader ağlarını örmeye başlamıştı, Tahkikat Komisyonları’nın sâhibinin de ömrü uzun olmayacaktı. Türk siyâsî tarihinin en trajik ve hatta en dramatik dönemi başlayacak ve bu dönem Menderes ve iki arkadaşının idam edilmesiyle demokrasi tarihimize ayıplı, kara sahifeler olarak yazılacaktı.



İktidar sâhibinin güce tapınmasıyla, gücün kontrolüne girmesiyle, güç duygusu tarafından güdülenmeye başlamasıyla iktidarın gücünün şehvete dönüştüğü dönemler başlıyor.



Menderes de, işte böyle bir dönemde, asla hak etmediği bir trajik sonla karşılaştı.



Nasıl ki, 27 Mayıs, 12 Eylül, 1908’in ayak izleriyse, Tahkikat Komisyonları da, Takrir-i Sükûn Kanun’unun ayak iziydi aslında.



İktidarın farklı seslere tahammülünün tükendiği zamanlardı, itiraza kulaklarını tıkadıkları zamanlardı. İktidarın yalnızca alkış seslerini duymak istediği, yalnızca takdir yazılarını okumak istediği, takdir yorumlarını dinlemek istediği zamanlardı.



Güç duygusunun, yönetme duygusunun artık kana karıştığı zamanlardı…



Engizisyonun, “Herkesi öldürün, Tanrı kendisinden olanı nasılsa tanıyacaktır” retoriğinin, az gelişmiş demokrasilerdeki versiyonu da, “Bütün mû’terizleri tutuklayın, nasılsa adalet mülkün temelidir” retoriğidir.



Neredeyse dört yıla yaklaşan uzun bir zamandır Türkiye’de bir dâvâ gündemde.. Dalga dalga gelen bir dâvâ silsilesi bu. Bu iki buçuk yıldır televizyon ekranlarına yansıyan görüntülere bakarsanız, neredeyse bir iç savaş provası yapan dehşetengîz bir örgüt ile karşı karşıyayız… Yer altından her türlü silahın fışkırdığı, sayısız belgenin havada uçuştuğu, bazı televizyon kanallarının yayınlarının neredeyse tamamını bu dâvâya tahsis ettiği, gazetelerde bu dâvânın kadrolu yazarlarının oluştuğu bir süreç yaşıyoruz.



Son günlerde mezkûr dâvâ ile alâkalı olarak, yanılıp şaşıp “lûtfen biraz itinâ” ikazı yapmağa yeltenen gazetecilerin de apar topar gözaltına alınması ve tutuklanmasıyla bir korku imparatorluğu oluşturuluyor.



Nedir bu dâvânın özü?



Darbe teşebbüsü için örgüt kurmak ve bunun için planlama yapmak..



Bunun tespiti dört yıl mı sürer?



Neden bu kadar uzun bir zaman yayılır bu dâvâ?



İktidarı elinde bulunduran gücün, bu korku filmini üç yıldır vizyonda tutmasının sebebi nedir?



ABD’de yaşanan “Mccarty dönemi”ni andıran bütün argümanların sahaya sürüldüğü bu süreç niçin


bu kadar uzun sürdürülür?



Sanki eksik olan yalnızca “tok sesli bir albay”dır.



Eğer dâvânın özünü oluşturan suç “darbe teşebbüsü” ise, burada sorulacak çok önemli bir soru vardır.



Bırakınız darbe teşebbüsünü, post modern 28 Şubat darbesinin bizzat failleri hâlâ bu toplumda saygın insanlar gibi dolaşmaktadır. Seçimle iktidar olmuş bir hükûmeti alaşağı eden, Sincan’da tankları yürüterek demokrasiye “balans ayarı” yapan, gazetecileri brifing yağmuruna tutan 28 Şubat post modern darbesinin bizzat fâilleri hiçbir şekilde soruşturma konusu olmazken, darbe yapmayı planlayanların dâvâsı neden bu kadar uzun sürmektedir. Neden temcid pilavı gibi belirli periyotlarla dalga dalga ısıtılıp sofraya getirilmektedir?



Yüzlerce insanı tutuklayan irâde, neden Çevik Bir ve şürekâsına karşı derin bir sessizlik içindedir?



Aynı irâde neden 28 Şubat’ı alkışlarken avuçları patlayan medya ile al takke ver külah sıkı fıkıdır?



Aynı irâde 28 Şubat’ı destekleyen sermâye ile neden bu kadar içli dışlıdır?



Aynı irâde gerçekleşen 28 Şubat post modern darbesi ile yapılması planlanan darbe arasında ne gibi bir keyfiyet farkı görmektedir?



Bütün darbeler demokrasiye tecâvüz eder, 28 Şubat post modern darbesi de demokrasiye tecâvüz etmiştir. Acaba demokrasi, 28 Şubat post modern darbesini dekolte giydiği için mi tahrik etmiştir, bu sebeple mi yargının spotları üzerine çevrilmemektedir?



“Bu ülke”de darbe yapmak değil, yalnızca darbeyi planlamak suçtur!



Yoksa bu soruların cevabı Râmiz Dayı’da mıdır?


“Mesele darbe değil yeğen” mi demektedir Râmiz Dayı?



Not: Son bir iki gündür, "Genel Merkeze karşı yazanlara ve özellikle şahsıma "müdahale edileceği" yolunda  söylentiler duyuyorum. Bendeniz Bursa'da mûkimim, gelecek olanları "layık-ı vechiyle(!)" ağırlayacağımdan hiç kimsenin şüphesi olmasın. Yıllardır olduğu gibi inandığım hakikatleri yazmaya devam  edeceğim...  Pilavdan dönenin kaşığı kırılsın.

Yorumlar

Güvenlik Kodu

vahiy  insan  şehir  revelation  ahlâk  etik  ethica  nüzhet yalan estetik  metafizik  ebrah doğu  batı  fıtrat  creation  yaratılış  iyilik  kötülük  dürüstlük  eşref-i mahlûkat  kişilik  asâlet  cesâret  vefâ  sadâkat  ihânet  yalan  immoralist  mitoloji  belh’um adâl  aere perennius  antere  genetik  şuur  terbiye  muâşeret  muâşaka  muvâsalat  firâk  zarâfet  letâfet  ferâset  panteon   rolyef  fresk  heykel  portre  gravür   ideal  ülkü  ülkücü   kerbelâ  aşk keşke  cennet  cehennem  araf  âdem  havva  hâbil  kâbil  elma  haz  hayâ  hicap  gurur  hürriyet  adâlet  musâvat  agnostic  akıl  dacret  locig  analytical  antiq  aristokrasi  kûrûn-i vustâ  giyotin  hakikat  hikmet  paradox  dialectic  tenkit  stoa  akademia  logos  logos spermaticos  felâsife  gelenek  hermeneutic  semantic  hint  upanişad  mutezile  ihvân-ı safa  ilk neden   iskenderiye okulu  medinetü’l fâzıla   hürriyet  kölelik  rönesans  ütopya  rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed  kur’ân  endülüs ibn-i rüşd  aristotales  şeyh gâlip  farâbi  platon  sokrat   marcus aurelius  galile  mimar sinan  kirkedard  farabi  ibn-i sina   ibn-i hâldun  kafka  taşköprülüzâde  gazâli  musa cârullah  şemseddin sâmi frasheri  bergson  enver paşa  muhammed ikbal  hayyam  mehmet âkif  yâkup cemil  şems  ibn-i haldun  mevlâna  ali şeriâti  fuzulî  ebu’l âlâ el maarrî  ahmet mithat efendi  cemil meriç  nâmık kemal  ahmed hamdi tanpınar  kemal tahir  yahya kemal  cahid zarifoğlu  dostoyevski  tolstoy  knut hamsun  nietzsche  oğuz atay gogol  albert camus  descartes  herman hesse  puşkin  halil cibran  kaşgarlı mahmut  tevfik fikret  cenap şehabettin  neyzen tevfik  motzart  bach  mahler  tarkovski  suç ve  cezâ   anna karenina  madonna  prag  istanbul  çocuk kalbi  sn. petersburg  soljenitsin  marks  kant  heraklit  hegel  el-hamra  endülüs  kâmus u türkî  redhouse  wagner  kâmus u okyanus  lugat-i fransevî  iliria shqip  meydan larusse  şakâyık-ı nûmâniye  mevzuâtü’l ulûm  abdülkadir merâgi  ıtrî  muhammed esed  michelangelo van gogh  cezanne  rembrand  monet  hoca ali rıza  ulysess gaze  eleni karaindrou  sezen aksu  golha  farid farjad  osman hamdi

Tasarım : ATS