“Bu üzerinde çok düşünülmüş ve planlanmış uzun bir yürüyüştür…”
(Aliya İzzetbegoviç)
Siyâsette iki tür marijinallikten söz edilir.
Birincisi, fikirlerinizin, programlarınızın, vaatlerinizin, kurgularınızın toplumda hiçbir karşılığı yoktur, TKP/TİP ve benzerleri bu grubun ülkemizde tipik örnekleridir. Hemen bütün dünyayı kasıp kavuran sosyalizm bizim ülkemizde bir karşılık bulamamıştır, bunun nedeni sosyalizmin kendisi değil, ülkemizdeki uygulayıcıları ve ülkemizin köklü devlet gelenekleridir, teferruâtı uzun ve başka bir bahsin konusudur.
İkinci tür marijinallik de, fikirlerinizin, programlarınızın, vaatlerinizin, kurgularınızın toplumda oldukça geniş bir zemini, alanı, karşılığı vardır, lâkin gelin görün ki, kadrolarınız mezkûr fikirleri, değerleri, proğramları, kurguları, projeksiyonları taşıyacak kadrolar değildir. En azından vitrinizde veya yöneticilik mevkilerinizde bir kaht-ı ricâl söz konusudur, bu da bir siyâsî marijinalliktir. Bunun en tipik örneğini de MHP ve BBP oluşturur. MHP’nin zaman zaman marijinal bir partinin potansiyelinin üzerine oy alması teorik olarak bu kategoriden çıkarılmasına kifâyet etmez.
He ne kadar plansız da olsa, ciddi bir entelektüel bir birikim ve kayda değer fikrî/felsefî argümanlarla ve üstelik inandıkları değerler uğruna verdikleri mücâdeleyle ağır bedeller ödemiş bir “kurucu merkez çekirdek kadro”tarafından kurulmuş olan BBP her zaman çapından hayli fazlaca bir alâkaya muhatap olmuş ve de bu kadro, dâvâ adamlığı ve samimiyeti tartışmasız lideri ile yakın arkadaşları aktif siyâsî hayata adım attıkları günden itibaren hep gıpta ile bakılan takdir gören insanlar olarak saygınlıklarını devam ettirmişlerdir.
Bu siyâsî damar, sâhip çıktığı değerler bu ülkenin öyle tartışılmaz değerleridir ki ve o kadrolar o değerlere o kadar bağlıdırlar ki felsefî olarak bir ehliyet ve liyâkat bahsinin açılması mümkün değildir…
Fakat, siyâset/politika bütün bunların ötesinde bir şeydir..
Simon Kuper’in “Futbol asla yalnızca futbol değildir” kitabında anlattığına benzer bir tespit burada da câridir;“Politika asla yalnızca politika değildir”.
Uzun uzun BBP veya MHP analizi yapacak değilim, maksâdım bu değil, zaten milletvekilliği adaylığı liste savaşları içinde zemini de yok bu analizlerin, hiç kimsenin analiz ihtiyâcı yok, bunu da biliyorum. Fakat, bir taraftan da dönen bir çark/çarklar var.. zaman durmuyor…
Bu kadar yıl insan yetiştirmiş, bu kadar yıl kadro yetiştirmiş, bu kadar yıl bürokrasinin en kılcal damarlarına kadar işlemiş, bu kadar yıl boyunca vakıf, dernek, üniversite, parti ve STK’ların kadroları arasında, bünyelerinin her hücresinde bir veya bir kaç yöneticisi bulunan bir hareketin nasıl olup da siyâseten bu kadar güdük kaldığı sorusu halen muâllak taşı gibi havada asılı duruyor.
Aslında belki de cevabı herkes biliyor, o sebeple kimse şekvâ etmiyor.
Bu hareketin dişlileri insan öğütüyor. Değirmeni içe doğru değil dışa doğru dönüyor ve içindekini dışa fırlatıyor, bazen kusuyor. Batan geminin malları değil bunlar, dümencileri beceriksiz, denizin ortasında oşinografi dairesinin bildirdiği serseri mayınlar gibi dolaşan rotasız gemiden sahillere vuranlar. Sâhile vurduklarında eğer hâlâ nefes alıyorlarsa, bir ateş yakıyorlar ve kaptanı ve rotası olan bir gemiye binip gidecekleri yere gidiyorlar…
Garip olan, bu beceriksiz ve liyakatsiz kaptanı ve rotasızlığıyla geminin hâlâ yeni yeni yolcular bulabilmesi, haber değeri olan bu aslında.
“Eski kaptan öldü, yaşasın yeni kaptan” demekle denize açılınamıyor. Gemi su alıyor, dalgalara direnci kalmamış, pasaparolası şaşmış, pruva istikâmeti belirsiz…
Hep aynı şarkı dillerde, “Bizim bir kaptanımız vardı, denizlerin dili olsa da konuşsa…”.
Eee.. sonra n’oldu?
Hiiç.. “Bizim bir kaptanımız vardı, on metrelik dalgaların arasından alırdı gemiyi, hattâ hiç unutmam bir keresinde Allah sizi inandırsın…”.
Sonra...
Hiiç…
O kaptanlarla denizlerde olmak kolay işti.. O risk alır, o dümen tutar, gemiyi sâlimen limanına yanaştırırdı.. O kaptanlarla ayağınızın birisi karada olurdu, bu bir itimat hissiydi...
Şimdi?
İlkeli olma zamanı ondan sonra başlıyordu. O “milletine çevrilmiş namluyu selâmlamam” derken ilkeli olmak, dik durmak kolaydı. O bu sözleri söylerken Ankara’da, arkadaşları, ülkenin farklı yerlerindeki parti mensupları da o sözleri söylemiş muâmelesi görüyorlardı, yürüyüşleri değişiyordu, itibar görüyorlardı. O zaman ilkeli olmak, dik durmak kolaydı. O herkesin yerine ilkeli oluyordu zaten.
Asıl ondan sonra ilkeli olma zamanıydı.. Ondan sonra dik durmak zamanıydı. Ondan sonra ateşe odun atmak zamanıydı. Ondan sonra cesur olmak zamanıydı, Ondan sonra risk almak zamanıydı…
Bir köşede olan biteni izlemek, ne şiş yansın ne kebap demek, kimseyle muarız olmamak adına haksızın yanına düşmek, haksızla saf tutmak sürekli beraberliğe oynamak; bütün bunlar ne zaman kazanılmış alışkanlıklardı? Belki de her zaman böyleydi, açığa çıkmak için zemini yoktu yalnızca…
Bırakınız açık denizlere yol almayı, bırakınız dalgalarla boğuşmayı, iskeleden bile atlama cesâretini gösterememek, su boyu geçecek diye endişe etmek, ayakların illâki zemine basacak olması ve buna bağlı bir itimat hissi, denizlere açılmaktan ve risk almaktansa can yeleklerini delmek, geminin sintinesini delmek, delenleri görmezden gelmek…
Sonra da, “Bizim bir kaptanımız vardı, denizlerin dili olsa da konuşsa…” diye savaş kaçkını gevezelerin yalandan ve suçluluk duygusuyla her fırsatta anlattığı seferberlik hikâyesine dönüştürmek bir güzel hâtırayı..
Hayatın her alanında ve ânında ilkeli olmak, dik durmak, mücâdeleye devam etmek; eh.. zor iş.. En iyisi geminin gözler önünde batışını izlemek ve ardından timsah gözyaşları dökmek ve sızlanmak; ne güzel de bir gemiydi, ne fersahlar aşmıştık o gemiyle!..
İlkeli olmak zamanı geçti…
Hiç olmazsa gelecek nesiller için bir kararlı yürüyüş için Bismillah denmeli. Bizler, hayatımızı başka türlü nasıl daha güzel anlamlandırabiliriz ki?
* * * * * * *
Bosna’da oluk oluk kanın aktığı günlerdir. Şehir bombardıman ve keskin nişancıların ateşleri altındadır. Aliya İzzetbegoviç, top mermilerinin düştüğü sokakta yürümektedir. Yerde yatmakta olan bir kadın, Aliya’nın sokakta yürüdüğünü ve bombardımandan kaçınmadığını görünce:
“Başkanım, top mermileri düşüyor ve siz hâlâ yürüyorsunuz, yere yatın!” der.
Aliya’nın cevabı çok nettir:
“Bu üzerinde çok düşünülmüş ve planlanmış uzun bir yürüyüştür…”.
Başlar mı, başlarsa nereden başlar bu yürüyüş acaba?
Başlamasa ne gam, âhirete yürüyüş başladı, hayatımızda dünler ve evvel giden ahbap çoğalıyor, yarınlar azalıyor...
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi