Seçmenin MHP’ye mektubunu Osmâniye imzaladı..
Çok partili hayata geçtiğimiz tarihten bu yana belki de neticeleri en fazla merak edilen seçimdi 12 Haziran 2011 genel seçimleri..
Recep Tayip Erdoğan’ın siyâsî voltası üçüncü döneminde de kesilemedi, seçmenin ilk tercihi istikrar oldu..
Bu seçimin en bâriz mesajlarından birisi, seçmenin artık küçük partilere prim vermeyeceğiydi, nitekim ringin dışına attı onları.
Bir diğer mesaj MHP’ye verildi..
İhâtalı bir mektup bu, okuma yazması olanlar için ve tabii idrak sahipleri için..
Ülkücü Hareketin oy depoları olan illerde yaşanan hüsran, bu bölgelerde AKP’nin dörtte biri nispetinde alınan oylar ve Osmaniye’de AKP’nin arkasında toplanan nallar, mektubun satırbaşlarıydı..
Kapıya dayanan icrâ memurlarını bir kez daha ön ödeme yaparak haczi ileri bir tarihe erteleyen seçmen, aynı zamanda seçim öncesi yapılan kaset operasyonuna da cevap vermiş oldu aslında, siyasetin bu türlü manipülasyonlarla dizaynına izin vermeyerek..
“Ülkücü Hareket üzerinde oynanan çirkin oyuınlar”ın neticesi değil bu hüsran tablosu.
Kaset operasyonları olmasaydı, barajı kesin olarak geçemeyecekti MHP.
Kaset operasyonları, üst yönetimde on yıldır biriken pisliği dışarı akıttı yalnızca, hâlâ içeride kalanları da tedirgin etti, o kadar. Câmia siyaset dışı bir dizayna büyük ölçüde izin vermedi, kendi tarihine sahip çıktı, mâzisine sâhip çıktı ve baraj kenarında piknik yapan MHP üst yönetiminin elinden fiilî anlamda idâreyi alarak, MHP’yi barajda boğulmaktan kurtararak Meclise taşıdı..
Bunun bir anlamı var mı ya da ne anlamı var?
Bunu yakın gelecek gösterecek.
MHP üst yönetimi seçimin hemen ardından yine “kahrol düşman, al sana bomba” garâbetiyle seçim neticelerini dış mihraklara ve tezgâhlara yükledi. Kendileri sütten çıkmış ak kaşık.
Toplumdan bu kadar uzak, olan bitenden habersiz, kendi ahlakî kırmızı çizgileri aşufte pembesine dönüşmüş bir yapı, yine ülkenin kırmızı çizgilerinden bahsetmekte.
“İsmin ne demiş, Mülâyim, sert olsan ne yazar?”
Engelli vatandaşlara aylık bağlayacağını vaat eden bir üst yapı, engelli vatandaşlara zaten aylık verildiğinden habersiz.
Habur kepâzeliğini ağzına almayan bir aymazlık..
Çuval hadisesini unutmuş bir seçim propagandası.
Ülkenin vergi rekortmenleri sıralamasında ilk yirmiyi finans sektörünün oluşturduğundan ve bu sektörün neredeyse tamamının yabancı sermaye olduğundan habersiz, bunun risklerinin ekonomiye yüklediği potansiyel tehlikeden bî-haber bir iktisat doktorası!..
Sırtındaki “idamın kaldırılması” kamburu ile sus pus olan bir başarısızlık siciline mahkûm eziklik..
İdeolojik tükenmişlik, kendi mâzisinden uzaklaşma, kendi tarihî birikiminden ayrı düşme, kendi kadrolarıyla kavgalı, kendi iç problemlerine dâir bir tek “neden?” sorusu sormaktan âciz, hatta bunları dert edinmeyen bir sorumsuzluk, güce tapınma, gücün sonsuz olduğu vehmi ve ortaya çıkan paranoya ve huzurlarınızda Milliyetçi Hareket Partisi…
12 Haziran 2011 seçimlerinin ortaya çıkardığı tersinden bir netice daha var.
Üzerinde bu kadar hesap yapılan, üzerinde bu kadar oynanan, içine bu kadar sızılan, sızdırılan, içinde bu kadar “Truva Atı” istihdâm eden, içinde bu kadar çürüme yaşayan, çürümenin üst yapıyı bir kanser gibi sardığı ve kemoterapinin şifa olamayacağı bir MHP bütün bunlara rağmen ayakta, yıkılmıyor, dağılmıyor, ringte yediği bunca sopaya rağmen nakavt olmuyor…
Demek ki MHP bir kurumsal yapı ve kökleri sağlam, derinlerde…
Demek ki bu yapıya, Koçi Bey’in Kanuni’ye, “kânun-u kâdime dön” çağrısı gibi bir çağrı gerek.
Demek ki bu yapının özüne dönmesi gerek.
Demek ki bu yapının kendi kaynaklarına dönmesi gerek.
Demek ki bu yapının kenarda köşede kalmış, siyasetin doğası icabı içinde barındırdığı pisliğinden illâllah demiş, âtıl dinamiklerini, âtıl kadrolarını harekete geçirmesi gerek.
Demek ki bu yapının bir güçlü iç dalgaya ihtiyâcı var demek.
Demek ki bu yapının kendisine konfeksiyon olarak giydirilen kabuğunu çıkarmaya ihtiyacı var demek.
Bu yapının ciddi bir iç muhasebeye, iç hesaplaşmaya ihtiyacı var demek.
Bu yapının, “mühür bende, Süleyman benim” vehminden kurtarılması ve mührün sahibinin liyâkat olduğunu hatırlaması gerek, iktidar olmanın liyâkatin hücceti olmadığını bilmesi gerek.
Bu yapının, delege sultasından kurtarılıp, liyakat esaslı bir iç tüzüğe kavuşması gerek. Başarı kriterlerinin oluşması gerek. Yönetici kadrolarının liyâkat bariyerleri olması gerek.
Bu yapının, bu kadar sefil şartlara rağmen ayakta kalabilen bu hareketin, bir zihniyet inkılâbıyla iktidar olmasının çocuk oyuncağı olduğunu gören bir vizyona ve nesillere ihtiyacı var demek.
Hülasaa bu yapının bir katarsise, bir temizlenmeye ihtiyacı var demek…
Zamanı ise hemen şimdidir, vakit kaybetmeden, hemen şimdi.
Herkesi mâzisine, tarihine, mücâdelesine sahip çıkmaya dâvettir bu..
Ves-selâam…
Not: AKP’nin iki yıldır bir dizinden diğer dizine alarak hoplattığı BBP yönetimi seçim neticelerinin altında kalmıştır. Yanlış anlaşılmasın, altında kaldıkları binde yedilik oy oranı değildir. Kendilerinden oy patlaması beklentisi de yoktu. Bunun için suçlanamazlar. Daha fazlası için hiçbir şey yapamazlardı. Onlar iki yıllık zilletlerinin altında ezildiler. İki yıllık kifâyetsizliklerinin altında ezildiler. İki yıllık gemlenemez hırslarının altında ezildiler. Onlar BBP kürsüsünün vakarını ayaklar altına aldıkları için ezildiler. İki yıldır sürdürdükleri kabir siyâsetlerinin altında ezildiler. Ve son olarak seçim gecesi okuttukları “istismar mevlitleri”nin altında ezildiler. Bu bir zımnî konkordato ilanıdır. Bir istifa ile paklanamaz. Başka bir yazının konusudur.
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi