Son…
1980’li yıllar…
Ankara / Kocatepe’deki evimizin mutad misafiri Gâlip Erdem Ağabeyimiz. Kolası ve sigarası hazır edilmiş, hafızalarımızda yine derin izler bırakacak hasbî bir sohbetin içindeyiz… O vakitler sigara bu denli tü kaka edilmemiş, evimizin salonu duman dumana.. Çünkü sigarayı en güzel Gâlip Ağabey içiyor, durumdan mustarip olan yalnızca Aslan Atlı, o da pasif içiciliğe razı o gece..
Sohbetin konusu ne olabilir ki?
Yine “Alyuvarlar ve Akyuvarların Hikâyesi” yine “Benim Eugenie Grandetlerimin”in hikâyesi yine “Ülkücülerin”yine “Türk Milletinin” ve yine “Türk Devlet”inin hikâyesi…
Sohbetin harâretli bir yerinde yine hadsiz suâllerimden birini yöneltiyorum Gâlip Ağabey’e:
“Neden hâtıralarını yazmıyorsun, neden bunları gelecek nesillere bırakmıyorsun?”.
Yüzünden hiç eksik etmediği muzip tebesüümü ile gözlüğünün üstünden bakarak verdiği cevap oldukça kısa ve net:
“Oğlum, ellili yaşlara geldiğinizde siz yazarsınız…”.
Artık Gâlip Ağabey yok ve biz o yaşları tüketiyoruz, ama anladık ki “yazılmıyormuş”…
* * * * *
“BBP – 1992 – 2002” ve “BBP – 2002 – 2009” başlıklarıyla “belki” ilerleyen yıllarda BBP’nin geçmişine dâir mümkün mertebe sansürsüz değerlendirmeler yapacağız; “belki”..
“Belki…” diyorum, çünkü el kolay kolay kaleme gitmiyor, parmaklar hafızanın emrine girmiyor çoğunlukla ve bu ânlarda gâlip gelen hissiyât bir kalp sızısı eşliğinde vaz geçmek oluyor…
Fakat, BBP’nin mevcut hâline ve istikbâline dâir bu satırlar “son satırlar”dır…
* * * * *
Yıl 1987… MHP Dâvâsı’ndan büyük ve toplu tahliyelerin olduğu ilk günler..
Kızılay’da, Şerâfettin Yılmaz ve Gâlip Erdem riyâsetinde yürütülen MHP Dâvâsı’nın merkez hukuk bürosunun önü. Başbuğ Alparslan Türkeş Hukuk bürosunu ziyâret edecek… Kalabalık.. Büronun önüne Gâlip Erdem Ağabey ile birlikte geliyoruz.. Herkes orada.. Apartmanın girişinde birkaç genç var, bostancıbaşı vazifesiyle vazifelendirilmişler.. Gâlip Ağabey içeriye girmek üzere kapıya ilerlediğinde, kapıdaki gençlerin, “Başbuğun emri var, içeriye kimse alınmayacak”cevabıyla karşılaşıyoruz.. Gâlip Ağabey, ola ki çocuklar tanımıyordur diyerek, “Evlâdım, ben Gâlip Erdem..” diyor yalnızca, bizim bir şey söylememize engel olarak…
Uzun bir hikâyedir.. acınası..
Neticede “MHP Dâvâsı”nın müdafaa cenahındaki kahramanı Gâlip Erdem, o gün, yedi yıl boyunca kendini ülkücülerin savunmasına adayıp gece gündüz çalıştığı büroya alınmadı..
Konuyla alâkalı hiçbir şey söylemedi.. sitem etmedi.. Bu gibi durumlarda hep aynı şeyi söylerdi, o gün de aynı şeyi söyledi:
“Bizim reisin işleri böyledir…”.
* * * *
Bizim işlerimiz böyledir..
2 Temmuz 2011 günü BBP Genel Merkezinde adayların ve Hasan Çağlayan’ın da bulunduğu bir toplantıda kurultayın düzeniyle alâkalı görüşmelerde adayların konuşma sıralarından, konuşma sürelerine kadar mutabık kalınan maddelerden birisi de “tartışmalı da olsa” kurultay salonuna izleyicilerin, yani 19 sene BBP’ye gönül vermiş, emek vermiş, ter akıtmış BBP’lilerin de alınmasıydı, bu husuta da mutabakat yapılmıştı. Yani karşılıklı söz verilmişti.
Fakat genel merkez yöneticileri iki yıl boyunca sözü kelâm olarak ağızlarından değil def-i hacet olarak sarf ettikleri için, iki buçuk yıldır olduğu gibi verdikleri sözde durmadılar ve gece yarısı Emniyet Müdürlüğü’ne yazdıkları bir yazıyla “salona izleyici alınmaması ve bu hususta polisiye tedbirlerin alınması”nı talep eden bir yazı yazdılar… Salondaki emniyet âmiri yaptığı işin gârâbetinin farkında olarak, itirazlar karşısında bu yazıyı gösteriyordu.
Salonun önünde bildik sefil ve ayıplı manzaralar yaşandı ki, aslı sefil ve ayıplı durum zaten o salonun tercihi idi… Gerisi lâf-ı güzaftır…
Gerisi hiçbir siyâsî tahlili, analizi, tetkiki, tetebbuyu, değerlendirmeyi hak etmiyor…
Kongrenin neticesi de öyle…
Ne kabir siyâseti, ne merhum Muhsin Başkan’ın geride bıraktığı ailesinin kongreye yönelik delege üzerindeki duygu istismârı, ne kongre neticesi ile genel başkan seçilen ismin kürsüdeki meczup hâlleri, ne delegasyonun salonda âdeta fişi çekilmiş bir Çin malı robot gibi tepkisizliği, hiç ama hiç birisi siyâsî tahlili, analizi, tetkiki, tetebbuyu, değerlendirmeyi hak etmiyor…
* * * * *
Kim Genel Başkan seçildi biliyor musunuz?
Muhsin Yazıcıoğlu ve ecel arkadaşlarını taşıyan helikopterin Keş Dağları’nda düşmesi ve vefat etmeleriyle neticelenen kaza üzerindeki su-i kast şüpheleri veya en azından aramama/kurtarmama faaliyetlerindeki ihmaller(!)le alâkalı olarak BBP tüzel kişiliği adına Kahraman Maraş ve Malatya’da açılan dâvâların altına müşteki sıfatıyla ismini yazdırmak istemeyen ve ilgililere:
“Yalçın Başkan orada isminin yazılmasını istemiyor” diyen, işitilen bu cümlenin şaşkınlığıyla, “O zaman Genel Sekreter olarak sizin isminizi yazalım” dendiğinde ise “Hayır ben de ismimin orada yazılmasını uygun bulmuyorum” diyen bir kişi genel başkan seçilmiştir.
Yazacak çok şey var…
Ama bununla iktifâ ederek “son satırlarım”a son veriyorum..
Gerisi hiçbir siyâsî tahlili, analizi, tetkiki, tetebbuyu, değerlendirmeyi hak etmiyor…
Hayırlı olsun mu diyeceğiz?
Hayır, tabii ki demeyeceğiz, çünkü hayırlı bir tarafı yoktur ve artık bu satırların sâhibini alâkadar eden bir tek noktası bile yoktur…
O yapı terk olunmalıdır, terk ederken içeride kedinizi unuttuysanız dönüp kedinizi de almanız gereken bir yapıdır, kedinizi aldınız, kediniz oraya pislediyse dönüp kedinizin pisliğini de temizleyerek almanız gereken bir yapıdır.
Gerisi hiçbir siyâsî tahlili, analizi, tetkiki, tetebbuyu, değerlendirmeyi hak etmiyor…
Ves-selâm…
Not:
Büyük Birlik Hareketi kendisini Milli Mutabakat Metni ile tecviz eder ve tanmlar ve bu cevaz ve tanımlama mevcut BBP ile rabıtasını kaybetmiştir... Biz, Büyük Birlik Hareket'ne dair 1992 yılından bu yana ne diyorsak yine onları diyeceğiz, sözümüzü söyleyeceğiz... Büyük Birlik Hereketi meşrûiyetini ve varlığını bu sözlerle devam ettirecektir, yalnızca BBP seramonisinde ve tiyatrosunda yer almayacağız..
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi