Fildişi Kule’den manzarayı izlemek
ya da Fildişi Kule’den oklamak tüm kötülükleri…
“Hakikat bulunduğu yerde başka hiç bir şeyi istemez..”
Hakikate râm olmak, hayatın her ânında adam olabilmek, hakikatin üzerinde hiç bir değeri kabul etmemek, güç karşısında eğilmemek, haksızlık karşısında susmamak, tuz ekmek haklarını, dostlukları siyâsetin ve reel hayatın(!)kirli çarklarına fedâ etmemek, zor işlerdir…
Zor işler.. Siyâset ve reel hayat(!) tabiâtı icâbı içinde pislik barındırır.. Bu pisliğe rağmen içinde temiz kalmak.. Zor… Buna soyunmak, zorun da zoru..
Olan kişiliklere oluyor.. sağlam karakterlere oluyor.. örseleniyor..
Demokrasi bir despotizm bir yanıyla... Halkın despotizmi… Farkında olmadan.. İdrak etmeden.. Neyi nasıl değiştirdiğini ya da değiştirmediğini, değiştiremediğini anlamadan. Hiçbir değişimin baş aktörü olmadan.. Baş aktörü olduğunu sanarak, sandırılarak.. Bu şuursuz bir despotizim. monarşi gibi değil.. Monarşi bunu bilerek yapar, alenen.. Varlığını borçludur çünkü.. Yüzde elli şansınız vardır.. Monarc iyi ise yüzde elli, kötü ise de yüzde elli. Demokrasi öyle değil.. Binlerce, yüz binlerce unsur iyi olmalı.. Nasıl? Neye göre iyi olacak bu yüz binler, belki milyonlarca unsur?.. Kaotik bir despotizm..
Hele hele demokrasi bir paket hâlinde ithal edilip, ferâgatin, hikmetin, “komşusu açken tok yatan bizden değildir” ile yaşamış bir Asya halkına “buyurun bu sizin için en iyi olandır, her derde devâdır” diyerek monte edilmiş bir halka sunulunca, bütün değerleri örselenmiş, kısa zamanda kendini tanıyamayacak kadar kısa zamanda farklılaşmış…
Kendi kavramlarıyla düşünemez, konuşamaz olmuş..
Bereketi zenginliğe, gönlü kalbe, hikmeti keşfe, kanaati hamâkate ve aşkı alışverişe tenzîl etmiş.. Bülbülün gül ile aşkına hayret etmiş, anlamsız gözlerle bakmağa başlamış.. “Nedir bu saçma sapan şeyler” diye öfkelenmiş..
Oysa bereket zenginlik, gönül kalp, hikmet keşf, kanaat hamâkat ve aşk da alışveriş değildi…
Kanaat bereket, gönül hesapsız ihlâs, hikmet ferâset ve aşk da hasbîliğe gebeydi, bu doğumlar bizi biz yapardı… Bir arada tutardı… Kurt ile kuzuyu bir arada ancak böyle yan yana yayabilirdik ve yemezlerdi birbirini…
Şimdi kuzuyla kuzuyu yayamıyoruz, niçin?! Çünkü biz müsaade etmiyoruz.. Çünkü biz olmaktan çıkıyoruz sür’atle..
Gerçekten sevmiyoruz, gerçekten inanmıyoruz, gerçekten saygı duymuyoruz, gerçekten paylaşmıyoruz, gerçekten üzülmüyoruz, gerçekten sevinmiyoruz…
Gerçeği kaybettik sanırım.. Sâhi, “efendim biz güzeli nerede kaybettik?..”
Ahlâk mücâdelesi ve siyaseti bir arada yürütmeğe imkan tanımıyor reel politik, reel ahlâk, reel içtimâiyat, reel değer yargıları, reel önyargılar..
Buna en iyi örnek de “biziz” sanıyorum…
Siyâsetten sıyrılmak, o elbiseyi atmak üzerimizden bir daha giymemek üzere, o dili unutmak, o retorikleri gömmek ve‘fildişi kule’ye yerleşmek mi gerekiyor acaba?,
Bizim yerimiz orası mı?
Başka yerde hayat yok bize.. Yaşatmıyorlar.. Yaşayamıyoruz ve nefes alamıyoruz da zaten..
Cüzzamlı gibiyiz başka yerlerde.. Gördüğümüz muâmele cüzamlı bir muâmele.. “Sen cüzzamlısın” diyenler cerahât içindeler, damlıyor üzerimize cerahatleri. Buna rağmen, tedaviye dâvet ediyoruz; geri gelen aksi sâdâmız…
Oysa “fildişi kule” sâkin ve sâkini olmak da güzel.. Temiz ve sahih bir iskân.. Yasak yok.. Önyargılar yok. Kulenin penceresinden aşağıdaki manzara berbat, kerih-ül menzâr.. Çirkin… Abes…
Yalnızlık bile şifâ orada; “Bazen ikiye bölünmeyi isteyecek kadar yalnızlık…”.
Ama yine de orada oturmaya değer doğrusu…
Kulenin altındaki manzaranın aktörleriyle müştereklerimiz yok.. Onlar acımasız.. “Karanlıkta gördükleri ipi yılan sanıyorlar” bundan sorumlu bile değiller. Belki de kurtuluş sicimleri o ip.. Denemiyorlar bile.. Onlar kaygısız çünkü… Kendi kânun kitaplarında yazanlar gerçek yalnızca onlar için. Önyargıların kanun kitabı o..
Tiranik bir kitap ..
Oysa…
Ne işimiz var orada? Değer mi orada olmaya? Ne için?
“Celladın can alan kemendi, kahreden ejder de olsa esâret zincirinden bin kere hayırlı”(Namık Kemâl)
Fildişi Kule özgürlük.. Yalnızlık belki ama saygınlık..
Ne dersiniz?
Karşılık bulmayacak naif, nâzik, kibar, zımnî bir dâvetti bu. Muhatabı kör.. Muhatabı sağır.. Muhatabı yok aslında… Bir ihtimâle. Yalnızca bir ihtimâle yazıldı… Meçhûle bir dâvetti belki de…
“Meçhûl neresidir ve orada bizim için neler söylenir?”, kulak kabartmak içindi orada neler söylendiğine…
Tutanaklara ve kayıtlara geçsin diye yazıldı, terekemizden çıksın diye…
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi