İkdam Gazetesi’nden bir yazı
Hicri: Rumi: Miladi:
8 Ramazan 1333 - 18 Temmuz 1331 – 31 Temmuz 1915
GAZİLER HASTAHANESİ’NDE...
Kalbimde pek derin huşû‘ ve hürmetler… Bir ma‘bede girer gibi, hastahâne koğuşunun kapı eşiğinden geçtim. İlk hamlede gözlerim hiçbir şey görmedi.. Rûhumda Hakk’a secdeler için iştiyaklar vardı. Birkaç lâhzalık bir müddet vecd ve ta‘abbüd duygularıyla olduğum yerde irkildim kaldım… Sonra, kalb gözüm uyandı; içimde bir ferahlık.. Uzakdan yakından fikrime temâs etmek isteyen tereddüd ve endişeleri savdım; ibtisâmlarla ilerledim.
O kadar dolgun tahassüsler içinde idim ki, söz sarfını icâb eden anları tecrîd edemiyerek sükûtun belâgatına ilticâ zarûretinde kalıyordum. Nihâyet sadrımın samîmiyetlerle meşbu‘ derinliklerini terk etmek istemeyen bir tefevvüh ile za’îf, perişân bir:
“Gazânız mübârek olsun arkadaşlar!” diyebildim…
Birkaç yatakdan: “Allah’a emânet ol efendi!” mukâbelesi yükseldi. Ben, içlerinden sükût edenlerin hafâ ve emel-i kazâlarında (..?..) yapan derûni cevâblarını da ruhûmla keşfe sa‘î etdim; en mürekkeb ve pek yüksek duygularla hüviyetimi bezedim. Şimdi yürekden şendim. Ta yenimdeki döşekde kuru, esmer çehreli, pâk ve ma‘sûm, behîc ve neşveli bir gâzi yatıyor, sanki ezelden âşinâ bir muvânesatla bana bakarak gülüyordu… İki adım daha ilerledim, tam yanı başında idim. Âsım bir cengâver, çocuklaşmış bir kahraman karşısında olduğumu anladım. Rûhumun tekmîl samîmiyetiyle bir hasbıhâl sâhası açmak içün hazırlandım. Niyetimi derhâl hissetdi. Önce bir tereddüd lâhzası geçirdi.. Sonra hem rüşdi, hem ma‘sûmiyetini câmi‘ bir mekânetle ışıldayan gözlerini bana doğru çevirdi.. Bir iki lâhzalık zaman geçdi, geçmedi; yabancılık perdesi kalkdı, şüphe bulutları dağıldı.. Kalblerimiz pürüzsüz bir sebîl, dikensiz bir muvâsala yolu buldu… Şimdi söze ihtiyâç göstermeden konuşuyorduk. Yüzünü elindeki “Türk Destânı” na çevirmişdi. Fakat ben emîndim ki okumuyor; vucûdumun ona ihsâs etdiği duyguları fikir ve muhâkeme hattına ircâ‘ ile meşgûl bulunuyordu. Nihâyet buzlar kâmilen çözüldü. Kırâ’ata ve mükâlemeye başladık… Hatâ yapdığı kelimeleri; şîvesinin bozukluğunu düzeldüb tashîh ederek, destândan birkaç parçayı da ben okudum. Zihninin intikâl kuvvetiyle berâber cesâreti de artdı. Gözündeki fer çoğaldı. Daha derin bilmek, daha çok hissetmek hevesleri ma‘sûm bir ibzâl ile inkişâf etdi. Şimdi mükâleme ve muhâkeme zeminlerinin sâhâlarını genişletdik.. Biraz harbin, biraz hayatın felsefesinden, din ve millet hahikat ve vazifelerinden bahse başladık. Mevzû‘umuz, basit, içli ve sâde bir tarzda eşildikçe derinliğini ve yüksekliğini de artdırdı; koğuşun diğer yatakları sâkinlerini de iyiden iyiye alâkadâr etdi… Deliksiz ve te’essürsüz nazarlar karşısında kaba görünen bu mecrûh askerciklerin kalbinde ne incelikler, ruhlarında ne ulviyetler saklamışsın Ya-Rabbî? Onların huzûruyla ben de saffet ve ismet cennetlerinin hazzını duyuyordum.. Mes‘ûd bir tevekkül içinde, lâzım gelirse tekrar cenk meydanına gidip düşmanlarla çarpışmağı, ateşli çelik sadmelerine göğüs germeyi şevkli mülâhazalarla düşünen bu merd, fakat pek (..?..) ve mükerrem insanları takdîs ile meşgûldüm.
Bu sırada hastahâneye kalb olan mektebin mu‘allimelerinden hastalara bir hemşîre, hepsine karşı bir hubb ve gayret meleği olmağa çalışan bir hanım yanımıza geldi. Mecrûh gâziyi işâret ederek : “Onunla mı konuşuyorsunuz? Nasıl buldunuz, okumağa, öğrenmeğe pek hevesli, rûh ve kalbi pek nurlu değil mi?” dedi. Vaz‘iyetimle kendisini tasdîk ederken, o, hemen yine gâziye takayyüd etmeğe başladı:
-Muhammed efendi.. Diyordu, “Tanin” i “Tasfîr” i okudun yetdi mi? Dur şimdi sana “İkdâm” ı da getiririm. Sonra gâzinin yatışında, yastıkların vaziyetinde daha ziyâde rahatı istilzâm eden düzgünlükler, hareketler yaparak hastanın rûhunu işveler, ferahlarla doldurdu. Ben, bu mes‘ûd mecrûhun kendisine sıyânetkâr olmak isteyen bu hanım huzûrundan daha ziyâde sa‘âdetler duyabileceğini takdîr ederek, karşıda yarasının ağrılarına etraflı sabırlarla mukâvemet gösteren daha ağırca bir yaralının yanına gitdim. Mütebessim ve müteşekkir yüzler göstermeğe başladı… Şimdi bütün ma‘neviyyetim samîmi ve ciddî cezbeler ve secdeler içinde bu fedâkâr insanlar için du‘â etmekde idi.
(Hüseyin Avni)
Hâmiş: Hem biraz silik ve hem de şu anda yanımda lügat olmadığı için metindeki iki kelimeyi okumakta zorlandım; yanlış bir şey yazmaktansa hiç yazmamayı tercih ettim.. Değerli kârilerimizden bir ricam var; pembe boyalı ve soru işaretli o iki kelimeyi okuyanlar olursa ve “yorumlar”ında yazarlarsa sevinirim..
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi