
Dereden Tepeden…
Bayram Gelirken
Teşrîn-i Sânî ’de miyiz, yoksa Otuz Bir Mart ‘arefesinde mi? Bir türlü anlamak kâbil değil. Havâ’i ve siyâsi cereyânlar o kadar bir birine karışdı ki artık herkesde böyle bir şüphe hâsıl oldu. Havâ’i cereyânların, fırtınaların, yağmurların te’sîrâtından bir dereceye kadar kurtulmak herkesin elinde fakat siyâsî cereyânlar ta en samîmî, en mahrem odalarımıza, a‘mâk-ı rûhumuza kadar hulûl ediyor.. Havâ’î cereyânların menşe’î ma‘lûm, fakat siyâsî cereyânların esbâb-ı pek girift ve mu‘allâk. Herkes siyâsî cereyânların bütün mes’ûliyetini gazetelere atfetmek istiyor. Dün pek muhterem bir zât diyordu ki:
Artık illâllâh, bu gazetelerden nedir bu çekdiğimiz? Biliyor musunuz bayramın gelmesine neden seviniyorum? Hiç olmazsa üç gün kulaklarımız, kalplerimiz rahat edecek; bu gazetelerin dedi kodularından masûn kalacak!
Halbü ki bir kere de zavallı gazetecilere sormalı. Onlar da dört gözle bayramı bekliyorlar. İki gün, üç gün müsterihâne kendi kafalarının gamgamesini dinlemek istiyorlar. Fakat heyhât ki bu sene kâbil olmayacakmış. Devlet hâl-i harbde olduğundan kâr’ilerin her halde ihtiyâcât-ı sam‘iyelerini tatmîn etmek lâzımmış.
Birinci nokta-i nazara göre efkâr-ı umûmiyenin menşe’i ibtidâ’îsi gazeteciler, şu ikinci hâle göre bizzat ahâlî olmak lâzım geliyor.Her ne olursa olsun ortada bir hakîkat var ki artık dedi kodudan hem ahâlinin, hem de ‘umûm gazetecilerin bıkmış olması! Yalnız her şeyde olduğu gibi mes’uliyeti hiçbir taraf kabûl etmek istemiyor. Kimse ona sâhib çıkmıyor.
Şimdi tahakkuk ediyor ki gazeteciler bayram denilen devre-i ta‘tîl-i umûmîden istifâde edemiyecek, onlar rahat edemeyince bit-tabi‘ ahâliyi de rahat bırakmayacaklar. Fakat ne kadar olsa bayram bayramdır. Diğer günlerden farklı olacak; zâten bu fark şimdiden başladı. Yollarda, meydanlarda sürü sürü kurbanlık koyunlar bu farkın ilk nişânesi: Siyah, beyaz, kirli, çamurlu, benekli, beneksiz, boynuzlu, boynuzsuz, düşünen, bakan,yürüyen, yatan, kalkan, geviş getiren, kuyruklu, kuyruksuz…
Derler ki, sağ olan içün her gün düğün bayram. Doğru. Lâkin bir de şartı var: Sıkleti yerinde bir kese. Böyle olmadığı halde bayramın bile eyyâm-ı ‘âdiyeden ne farkı kalır? Bunun içün kurbânlıkları insan görünce, her şeyden evvel onu düşünüyor.
Fakat insan kesesinin halini düşünmüyor da her halde bu vecîbeyi yerine getirmek istiyor. Fil-hakîka bu sene kurbân yerine donanma i‘ânesi ikâmesi daha muvâfık olub olmayacağını geçen seneki gibi bir çok mübâhasâta zemîn teşkîl ediyor.
Bu ciheti merci‘i ‘âidîne terk edelim de musâhabemize devam edelim:
Vâkı‘â kurbân zebhî içün hâiz-i nisâb olmak lâzım ise de dediğimiz gibi insân burasını aklına bile getirmiyor. İsterse akla getirsin, çoluk çocuğa söz anlatmak kâbil mi?
Ammâ, denecek ki hesâbsız kasab ne sâtır bırakır ne masâd… Ne zarârı var, bayramda kurbân etine istediği gibi bir sâtır atar ya! Bayram ertesi içün de Allah kerim der geçiverir.
Fakat kese-i hamiyetin buna da müsâ‘adesi yok ise? O vakit artık düşünmek lâzım gelir. İkâme kânûnuna mürâca‘at edilir. Bir tavuk, bir hurûs (horoz), bir hindi, her hâlde hiç yokdan iyidir.
İşte vaktiyle bir Bektâşi de böyle müşkil bir mevki‘de kalmış. Kurbân almağa hazînedârı müsâ‘ade etmemiş. Diğer tarafdan bir türlü zevcesinin tekazâsından kurtulmak kâbil değil. Ne yapayım, ne yapayım diye düşünürken aklına bir çâre gelir: ‘arefe günü çarşıdan bir balık alıp evine göndermiş. Zevcesi sormuş:
- Ayol sen şaşırdın mı? Hiç kurbân bayrâmında balık alınır mı? Balık kurbân yerine geçer mi?
- Hakkın var, karıcığım. Fakat bu sene sırât köprüsü yıkılmış. Dereden balıkla geçilecekmiş. Herkes çarşıdan benim gibi balık alıyordu.
Ertesi günü gelmiş. Bayrâm namâzı kılınmış. Herkes evine dağılmış. Kurbânlar kesilmeğe başlanmış. Bektâşînin zevce-i muhteremesi de bu fevkâlâde bayrâm gününde komşuların ne yapdığını anlamak içün duramamış, çıkmış. Bir de komşuların evlerine ne görsün? Hepsi kurbân kesmiş. Sâtırlar, masâdlar birbirine karışıyor. Bütün ma‘nâsıyla Kurbân Bayrâmı…
Zavallı kadın duramamış, evine dönmüş, kocasına demiş ki:
-Herif, sen beni mi aldatıyorsun? İşte bütün komşular koyun kesmişler…
-Hiddet etme karıcığım.. Bunda benim ne kabâhatim var. Dün bana sırat köprüsü yıkılmış dedilerdi. Bugün demek ki yapılmış! Ben bir gece içinde onun çabuk yapılıvereceğini nereden akıl edebilirdim!...
Not: Tam yüz sene evvelinin TANÎN Gazetesi’nden bir bayram yazısı
9 Zilhicce, 1329-Hicrî
17 Teşrîn-i sâni,1327- Rûmî
30 Kasım 1911- Mîlâdî
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi