Yıldızların ‘Aşkı
Hilkat her şey gibi onları da çift yaratmış, sonra birbirlerine karışdırarak fezânın
lâ-yetenâhîlikleri içine serpmişdir. Ve onlar, ilk yaratıldıkları günden ta kâ’inâtın soğuyub parçalanacağı dakîkaya kadar dönerek, çırpınarak, koşarak… Eşlerini ararlar.
İşte hilkatin yegâne büyük günâhı buradadır…
Arzda sıcak eller birbirini tutar, sarı ve siyah saçlar birbirine karışır, kelebekler çiçekleri öper; nehirlerin sarışın suları, mâvi denizi bulmak için durmadan koşar ve kavuşurlar; ve bulutlar yüksek tepelerde dinlenir… Yalnız yıldızlar…
Onlar eşlerine ebediyen uzak, ebediyen birleşmemeğe mahkûm, belki bir gurûrun günâhıyla müebbeden hâsir, dönerek, çırpınarak, yanarak… Fezânın mâvi nihâyetsizliği içinde bir ümîd ararlar…
Ba‘zıları çok tahammülsüz ve kıskançdır: Kendi mahrûmiyetine karşı istihzâ ile bakub gülen bir çift görünce kalbi bir ‘azâbla erir, ve intikâmının cür’etiyle bir göz yaşı gibi arza akar. Fakat, heyhât, mes‘ûd çiftler bir az daha birbirine sokulur; biri: Şihâb! Der, öteki güler…
Zühre’nin feryâdı Müşterî’ye ebediyyen meçhûl, Neptün’ün hicrânı Zühal’e dâ’imâ yabancıdır. Hepsi birbiri için yanar ve hepsi, yalnızlığının ıztırâbı içinde, soğuyub parçalanmağa mahkûmdur. Büyük ve temiz ‘aşklarının büyük ve sermedî hicrânı içinde dönerek,eriyerek,uçarak.. Eşlerini ararlar…
Güneşin, penbe ipekli ışıklarını arza vereceğini hiss etdikleri dakîka, onlar için bir ‘azâb ânıdır. Izdırâblarını o kadar açık ve âşikâr olarak insanlara göstermek istemezler. Ve işte bunun için arzın ufukları aydınlanırken yıldızlar, birer birer, derinlere, fezânın soğuk ve meçhûl derinliklerine kaçarlar; Ve orada dönerek, çırpınarak, uçarak.. Eşlerini ararlar…
‘Aşk, yıldızların aşkıdır : Uzun, sayısız ‘asırlar, bu ‘aşkın mü’ebbed mahrûmiyetini bilerek, ric‘atsız, avdetsiz bir teslîmiyetle dönmek, dönmek…İşte ‘aşk budur!
İnsanların küçük ve fânî ‘aşkında hevesden ve ‘aczden başka bir şey yok!...
Göztepe- Kânûn-i sâni, 1336 (1920)
Hâlide Nusret
Kaynak : Servet-i Fünûn - 7 Mayıs, 1336 Perşembe ( 1920) - 16 Şa‘bân, 1338
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi