Yemin Tartışmaları…
“Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma; hukukun üstünlüğüne, demokratik ve lâik Cumhuriyet'e ve Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağıma; toplumun huzur ve refahı, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerden yararlanması ülküsünden ve Anayasa'ya sadakattan ayrılmayacağıma; büyük Türk Milleti önünde namusum ve şerefim üzerine andiçerim.”
Milletvekilleri göreve başlamadan önce yukarıdaki yemini ediyor… Yüzlerce kez dinlemişizdir…
Sistemdeki aksaklıkları bulmak için fazla aramaya gerek yok aslında...
Çoğu şeyleri hayatın içinde kaçırıyor ya da kanıksıyoruz… Oysa aksaklıkların temeli çoğu kez gözümüzün önündedir…
Yemin tartışmaları bunlardan biri…
Yemin olsa ne olur olmasa ne olur?
Sonuçta çoğunluk asla uymayacakları bir metin üzerine yemin etmiyor mu?
Sizce yukarıdaki yemine sadık kalacak kaç kişi var Meclis’te?
‘Türk Milleti’ni onlarca parçaya bölüp, sonra da “Mlletin bölünmez bütünlüğü” üzerine yemin etmenin anlamı var mı?
Ya şu , “Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalmak” ‘a ne demeli…
Bir büyük yalan da burada…
Atatürk’ü “Deccal” olarak belletmiş bir düşünce geleneğinden gelenleri bir kenara bırakalım, Atatürkçü olduğunu söyleyenlerin bile ilke ve inkılaplara bakışı ortada…
Bunlar Atatürk’ün ilkelerine bağlı kalacak öyle mi?
Asıl komik olanı, “Büyük Türk milleti önünde” and içilmesi…
Ne ayıp!
Olmayan(!) bir şeyin önünde yemin mi olur?
Ayrıca, “Büyük Türk milleti” tabiri, kendisini onlarca parçadan birine ait hissedenleri rencide etmez mi acaba?
Neyse…
Yeni Anayasa’dan “Türklüğü“ çıkaracaklarını söyleyenler bunu da düşünürler herhalde…
****
Türkiye’de bir şeylerin değişmesi için temel kavramlarla hesaplaşılması gerekiyor…
Sistem, sanki yalancılık ve sahtekârlık üzerine bina edilmiş…
Birileri oturup süslü kelimelerle yemin hazırlıyor… Büyük ihtimal yemin Anayasa’ya uyum içinde ayarlanmış… Anayasa değişiyor yemin aynı…
Bugün Atatürk ilke ve inkılapları en sıkı Atatürkçülerin bile umurunda değil…
İnsanlar birbirlerinin gözünün içine baka baka yalan söylüyorlar…
Neden?
Çünkü mevcut sistem artık Türkiye’yi taşıyamıyor…
Düşünebiliyor musunuz, Cumhuriyet’in kurucu Cumhurbaşkanı “Ne mutlu Türk'üm diyene” sözü üzerine bir ‘millet‘ anlayışı inşa ediyor; mevcut Cumhurbaşkanı bu sözden ayrışma ve dışlamayı anlıyor!..
Sizce bu normal mi?
Alın size Cumhurbaşkanı yemini:
“Cumhurbaşkanı sıfatıyla, devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma,Anayasa'ya , hukukun üstünlüğüne, demokrasiye, Atatürk ilke ve inkılâplarına ve lâik Cumhuriyet ilkesine bağlı kalacağıma, milletin huzur ve refahı, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerinden yararlanması ülküsünden ayrılmayacağıma, Türkiye Cumhuriyeti'nin şan ve şerefini korumak, yüceltmek ve üzerime aldığım görevi tarafsızlıkla yerine getirmek için bütün gücümle çalışacağıma büyük Türk milleti ve tarih huzurunda, namusum ve şerefim üzerine andiçerim.”
Sonra yeniden yukarıdaki yemini etmiş Cumhurbaşkanı'nın “Ne mutlu Türk'üm diyene” sözüne yaptığı muhalefeti değerlendirin…
Evet, söyleyin dostlar, yemin çok mu önemli?
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi