Beyhude Tartışmalar
Türkiye’de “din ulusu” olarak gösterilen insanlar üzerinden tartışma başlatmak beyhûde bir uğraştır…
Beyhûde bir uğraştır, çünkü tartışmanın olabilmesi için iki tarafın da kabul edeceği bir ölçünün, bir araya gelebileceği bir zeminin olması şarttır.
Allah tarafından özel yeteneklerle donatıldığına ve olağan üstü duyulara sahip olduğuna inanılan biri için nasıl bir değerlendirme ölçütü konabilir ki? Ve bu kişi üzerinde hangi tartışma bir “anlama zemini”ne oturabilir?
Olağanüstülüklerle donatılmış bir bilgi kaynağından alınan lezzet(!) hangi rasyonel bilgiyi muhatap alabilir?
Olağanüstülüklerden kana kana içmiş mutmâin bir zihin, hangi felsefî düşünceyi, hangi tefekkürü, hangi diyalektiği, hangi aforzimayı eşit şartlarda dinleyebilir?
Bir kere şartlar eşit değildir tartışma için. Tarafeynden birisi inandığı bilginin, inandığı kişinin İlham, keşf, rûya gibi ötelerden bir bilgi kaynağı olduğunu söylemektedir ve burada tartışma ötelerle bir âciz dünyâlının tartışmasına dönmektedir ki, aradaki güç orantısız bir güçtür.
Mâkul olan, âciz dünyalının olay mahallini terk etmesidir.
Onun için bu tür tartışmalar beyhûde zaman kaybıdır…
*****
Ülkücü Hareket ne yazık ki kendi içinde genel kabul gören bir din yorumu ortaya koyamamıştır…
Bunun sonucunda da din devamlı yumuşak karnı olmuştur bu hareketin…
Son tartışmada da bunu bütün açıklığıyla yaşıyoruz…
Esasen bu tartışmayı bir şekilde ülkücülüğe dayatmasalar okunup geçilecek türdendir.
Fakat, beni rahatsız eden ülkücülüğün bu tartışmaya şu veya bu şekilde âlet edilmesidir…
Bir takım dinî ya da tarihî şahsiyetin yanında veya karşısında olmak, ülkücülük tartışmasının ekseni haline neden getiriliyor anlayabilmiş değilim…
Hareketin temel doğruları ve tarihî gelişimi ortadadır…
Bu harekete bir şekilde eklemlenmiş ya da kendini ülkücü olarak gören insanların dine yaklaşımlarındaki farklılıklar da bir gerçekliktir…
Tarikatlara karşı olan da vardır, bu tarikatlara intisab eden de…
Milliyetçi Harekete çok büyük emekleri olan efsânevî Tosyalı hacı Amcaların Nur talebeleri oldukları bilinen bir hakikattir…
Yine Mehmet Fevzi Efendi’nin kimliği de…
Bundan başka çeşitli tariatlara bağlı olan bir çok samimî arkadaşımız vardır…
Şahıslara itaatte şirkin kırıntılarını görmeme rağmen, onlarla şeyhlerinin şahsiyetleri hakkında asla tartışmam…
Şahısları kutsamak bir gerçeklik olarak ortada duruyorsa bize düşen onları muhatap almadan tartışabilmenin yollarını aramaktır…
Bu sebeple sözü edilen tartışmalardan uzak durmanın daha doğru olacağı kanaati taşıyorum…
*****
Ancak bu noktada bir meseleye de dikkat çekmek istiyorum:
Bir din adamı siyasetin konusu ya da objesi haline getiriliyorsa, kimse bizden o şahsın ilmî kişiliğine saygı adına susmayı beklemesin…
İslâmî ilmini siyasetin konusu haline getirene cevap tabii ki siyasetin mantığıyla olacaktır…
Bu ümmet despot krallara fetva veren çok din adamları görmüştür…
Bir âlim ilmini siyasetin ve siyasetçinin emrine sunuyor ve onun siyasî manevralarına İslâm’dan delil getirmeye uğraşıyorsa rakip siyasetin ona cevap vermesi kadar tabii bir şey olamaz…
Böyle bir durumda “o mübareklerle neden uğraşıyorsunuz?” diyenlere, “asıl sen onları neden siyasetinin objesi haline getiriyorsun?” diyebilmeliyiz…
Mübârekler tekkede ya da türbede olduklarında onlara saygıda kusur etmemek bir kültürel vecibedir, lâkin onları tekkeden ve türbeden çıkarıp siyasetin arenasına koyduğunuzda her türlü tartışmaya ve tenkide de hazır olmanız lazım gelir..
Bizim hassasiyet göstereceğimiz nokta işte burasıdır…
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi