Ülkücülük Üzerine Notlar… (8)
Ülkücüler gerçeğin peşine düşmezler onlar Hakikat’e âşıktır…
Hakikat’e yani Hak’tan olana…
Bugün, yoksulluk, düşkünlük, değerlerin aşınması bir gerçeklik olarak ortadadır…
Aynı şekilde mevcut dünya düzeninin dayattığı politikalar da…
Bunlara gözlerimizi kapayacak değiliz elbette…
Ancak bunlar hakikat değildir…
Yani hak değildir, Hakk’ın hoş gördükleri değildir…
Gerçekleri göz önünde bulundurmak başka, kabul etmek başkadır…
Kabul etmek onlara meşrûluk kazandırmaktır bir yerde…
Onlarla yaşamayı kanıksamak ve sonunda teslim olmaktır…
Bu ise bir ülkücünün kabul edeceği bir yaklaşım asla değildir…
Ülkücü herkesin teslim olduğu noktada baş kaldıran adamdır…
Başkaldıran ve bu uğurda gerekirse kendini feda edebilen…
Böyle bir insana gerçekçi denilebilir mi?
Gerçekçi insan oyunun kurallarına teslim olur…
Ülkücü kendi kurallarını koyar…
Gerçekçi insan düzen içinde yükselirken bunu düzenin ahlâk kurallarıyla uzlaşarak yapar…
Ülkücünün kurallarını inanç ve fikriyatı belirler…
Bunun için elinde bir ölçüt olmalıdır ve biz bu ölçütün Kur’an’ın ruhundan beslenmesini ve ondan onay almasını savunuyoruz…
Bugün İslâm adına ortaya çıkanların birçok yanlışı İslâm algısını değiştirmiştir ne yazık ki…
Bu olumsuz algı zaman içerisinde bizleri de etkilemiştir…
Israrla din yorumu dememizin sebebi bu…
Bir fikre inanmaktan ziyade o fikirde kendini yok etmekle eş anlamlı,
Daha açık ifadeyle fikri yaşamaksa ülkücülük; yaşamak için bilmek gerekir…
Bu bile İslâm’ı doğru anlamanın ne kadar elzem olduğunu ortaya koyar…
*****
“Ülkücü Dünya Görüşü”nü şekillendirenlerin ortak Türk tarifi, terbiye ve şuurdur…
Bunun ötesinde kalan ve Avrupa kokan bütün ırkçı yaklaşımlar bizlere yabancıdır; uzak durulmalıdır…
Bir ülkücünün ırkçı olması, vejetaryan olduğunu söyleyen birinin et yemenin faziletlerinden bahsetmesi gibidir…
Ülkücü Hareketin üzerinde büyük bir uzlaşı olan geleneksel Türk tarifi sadece tarihi gerçeklerin ifadesi değildir, bu tarihi gelişim içerisinde “Türklük”e katkı yapan farklı soydan insanlara ödenmesi gereken vefa borcudur da…
Devlet adamı, komutan, asker, sanatçı ve din adamı olarak sayılamayacak kadar çok “devşirme” bu büyük dâvâ için canını, kanını, alınterini ve göznurunu sebil etmiştir…
Anlaşılacağı üzere devşirme burada ana gövdeyle bütünleşmiş birleşmiş ve aynîleşmiş anlamında olumlanarak kullanılmıştır…
Bugün Türklük tarifi içerine giren bütün değerlerde küçümsenemeyecek katkıları vardır sözü geçen insanların…
Burada soyun etkisi inkâr edilmiş değildir…
-Genetiğin şahsiyete katkısı varsa da- soy etkisini ben daha çok psikolojik noktada görmekteyim…
Aynı soydan gelmiş olmanın geleceği birlikte kurmak için motive edici etkisi var şüphesiz…
Ancak dışarıdan bize dahil olanlar er ya da geç soy olarak da bizlere karışıyor zaten…
Yani kültürel aynileşme, soy birleşimini de doğuruyor tarihi süreç içerisinde…
Bu bile soyculuğun abartılmaması için yeterli bir sebeptir…
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi