Ders Çıkarmak
“Vaktinde etkili yerlerdeyken hareketi neden düzeltmediniz?” suçlaması bu hareketteki gerçeklerden uzak ve insaftan yoksun değerlendirmelerden biridir…
Bu bakış açısı hareketteki sorunları belli bir dönemin sıkıntıları olarak görmekten kaynaklanır büyük oranda.
Bir yerde hareketin tarihî gelişiminden habersiz, tarihi idealize ederek bugünü sorgulayan yaklaşımdır söz konusu olan…
Halbuki bu harekette yapısal sorunlar çok daha eski ve köklüdür…
Buna bir de ideolojik sorunlar eklenince işin mahiyeti oldukça karmaşık bir hâl almıştır...
Her birimizin içinde yer aldığı süreci uzun uzadıya anlatmak sıkıcı olur…
*****
Bütün bunların ötesinde sözü edilen yaklaşımda iki temel hata daha vardır…
Birinci temel hata şudur:
Her şeyden evvel bir şeylerin değişmesi için uygun iklimin oluşması kadar uygun kafaların da ortaya çıkması gerekmektedir…
O kafalar da zamanla ve dersler çıkararak oluşuyor…
“Dün sen bu hataları yapmadın mı?” suçlaması bu noktada anlamını kaybediyor…
Dersler çıkarmak demek hata yapmış olmayı kabullenmektir bir yerde…
Onun için eleştirilmesi gerekenler, hata yapıp ders çıkartanlar değil, onlara vebalı muamelesi yaparak harekette yaşama hakkı bırakmayanlar olmalıdır…
*****
Bir insan hareketteki yanlışları ya bir muhataplık gelişince, ya da uygulamaları esnasında yapar…
Yani görev yapan insan görevi esnasında yolunda gitmeyen belli şeylerin de farkına varır…
Ve sorun burada başlar.
Burada başlar çünkü, sözü edilen aksaklıkları dillendirdiği anda kendini liderin karşısında bulur…
Dolayısıyla harekette kendisine hayat hakkı tanınmaz…
Yöneticilik yapan birçok insan bu durumdan nasibini almıştır…
Ancak ne yazık ki bizde süreç şöyle algılanıyor:
“Bir şekilde dışlandığını hissedenler lidere saldırıyor ve gündemde kalabilmek için elinden gelen her şeyi yapıyor… Bu faaliyeti sırasında gelen teklifleri ya da sunulan imkânları kabul ederek başka bir oluşumda yer buldu buldu; bulamayınca bir şekilde yeniden lider tarafından kabul edilmenin yollarını arıyor ve bunun için de her türlü aşağılanmayı göze alıyor”…
İşte bu algı, gerek yönetimin zorlamasıyla ve gerekse muhatapların nefislerinin tetiklemesiyle habis bir ur gibi sardı bünyemizi…
Bugün harekette kalıp eleştiri yapanları, “sen zamanında şunları yapmadın mı?” diyerek suçlayanlar aynı algının zehirlediği dimağlardır…
Bu noktada insan sormadan edemiyor: “Ne yani, vaktinde hata yapan birinin, ömür boyu susması mı gerek?”
O zaman aksaklıkları kim dillendirecek?
*****
İkinci sakatlık da kişilere vehmedilen güçtür.
Halbuki bu harekette hiç kimse sanıldığı kadar güçlü değildir…
Güç bir şekilde liderde toplanıyor ve bunu da sağlayan bizleriz.
Yani gücün liderde toplanmasını sağlayan bizlerin biraz da geleneğin zorlamasıyla oluşan davranışlarımızdır…
Sonra da bu yapıp ettiklerimize hem kendimiz inanıyor hem de çevreyi inandırmaya çalışıyoruz…
Sonuçta esiri oluyoruz dilimizin…
Aşırı derecede kutsanan lider kutsanmaya paralel bir gücün de sahibi oluyor…
İlk çekirdek ayrılsa da oluşan-oluşturulan gücün çekimi hiçbir şekilde liderin çevresinin boş kalmamasını sağlıyor…
*****
Onun için girişte altı çizilen suçlamayı insaf ölçüleri içinde yeniden gözden geçirmelidir ülküdaşlarımız….
Niyet üzüm yemek değilse o başka…
Bağcının kaderi zaten belli…
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi