Yanlış Soruya Doğru Cevap
Bilimin en temel kuralarından birisi, ‘doğru cevaba ulaşmak için doğru soruyu sormak gerekir’ der.
Bu sebeple yanlış soruya doğru cevap verilemez…
Farklı şekilde anlatılan meşhur hikâyedeki soru gibi:
“Deniz kenarında, kızını kurban ederken, kendisine gökten keçi indirilen valinin adı neydi?”
Buyurun buradan yakın ve gelin de cevaplayın bu soruyu.
*****
İletişimin bu kadar geliştiği bu devirde, muhataplara çok kolay bir şekilde ulaşmak mümkünken, halen dedikoduların peşine takılmak nasıl bir kafanın işidir…
Neden ısrarla ‘bilgi’den kaçınıp, rivâyetlerin ve hele hele önyargılarının içinde boğulur insanlar…
Suçlamadan, hakaret etmeden eleştirmeyi öğrenemeyecek miyiz?
*****
Evet son İstanbul İl Kongresinde kenarda kaldım…
Kenarda kaldım çünkü, yıllar yılı birlikte hareket ettiğim insanlarla metot konusunda anlaşamadım…
Ayrıntıları yazmak doğru olmaz…
Sonuçta onların bir çoğu kardeşim gibi sevdiğim insanlar…
Kırmak istemedim ve halen de kırmaya niyetim yok…
Belli şeyler zamanla anlaşılıyor ve demek ki bu kardeşlerimizin de bu süreci yaşamaları gerekiyordu…
Olan budur…
*****
Bütün bunları bilmeden bir takım yalan yanlış duyumlarla belli bir kanaate varan insanların soruları girişteki soru gibidir…
Bu sebeple cevaplandırmayı gereksiz görüyorum…
Neden mi?
Söz konusu sorudan hareketle; önce mekânı düzeltmem lâzım, sonra çocuğun cinsiyetini, sonra kurbanı, en son da görevi…
Mekân, cinsiyet, tür ve görev farklıysa ismin ne önemi var…
Velev ki ismi doğru verdik…
O kadar yanlış üzrine hangi doğruyla üzerine neyi binâ edecekler ve bu arada doğruya da yazık olmayacak mı?
“O zaman sen de doğru dürüst düzelterek cevapla soruyu” diyebilirsiniz haklı olarak…
Muhataplarım, yerden, cinsiyetten, türden ve görevden taviz vermiyor, ‘dağ’ dediğimde deniz kenarı, ‘erkek’ dediğimde kız, ‘koç’ dediğimde keçi, ‘peygamber’ dediğimde vali anlamaya ve böyle demeye devam ediyorlarsa ‘İbrahim’i bilseler ne oluuuur, bilmeseler ne olur?!
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi