Hayal Kırıklığı...
“Devlet Bey’i Anlamak” diye bir yazı yazarak arkadaşlarımı hayal kırıklığına uğratmışım...
Demek ki ortada temel iki sorun var:
Birincisi, arkadaşlarımın hayal kırıklığı ya benim sahtekârlığıma delâlet eder, ya da onlarla aynı dili konuşmadığıma...
İkincisi, bahse konu arkadaşlarımın okudukları metni, metnin yazıcısından ve metnin muhatap aldığı kişi ve olaylardan soyutlayarak, yalnızca kendi algılarıyla yorumlamaları veya üç kuruş etmeyen önyargılarla okumaları..
Her iki hâlde de ciddi bir sorun var demektir, birincisi şahsıma yönelik bir zımnî suçlama, ikincisi ise arkadaşlarıma yönelik bir anlama problemi.
Bir yazıyı, bir metni zihinlerde özellikle son yıllarda oluşan hâricî etkenlerin tesiriyle yorumlar ve yargılarsanız eğer, metnin yazcısını, yazıcının her türlü ispat talep ve gayretinden bağımsız mücadele hayatını da devre dışı bırakmış ve yargısız infaz yapmış olursunuz yalnızca.
Bu da bir tercihtir tabii ki, ama bu tercihi yapanların dost cümlesinden değil, entrika cümlesinden sâdır olması lâzım gelir.
Dost cümlesinden geliyorsa eğer bu yargısız infaz ve yanlış anlama sorunu, ortada çok ciddi bir anlama ve yorumlamaya delâlet eder, bu da müşterek bir dilin kullanılmadığını gösterir ki, bu daha da önemli bir açmazdır.
*****
“Bu harekete sadece dışarıdan sızanlar zarar verir, ülkücü olan dâvâsına yanlış yapmaz” diyenler varsa, tarihe bir göz gezdirsinler... Tarih bu görüşü tekzîb eden bol miktarda hâdiseyle doludur.
Yine de, böyle bir bakış açısı onları rahatlatıyorsa bu onların bileceği iştir...
Esâsen yıllar yılı bizi uyutanların meşhur paradigmasıdır bu:
“Bizim hiç suçumuz yok hep dışarıdaki hainler bu işleri yaptı.”
Cemel Vak’asında, Sifin Savaşı’nda on binlerce sahâbî birbirini öldürdü; Kerbelâ’da cennetle müjdelenmiş sahâbe çocuğunun da mârifetiyle, Peygamber evlâdı katledildi; ama bütün suç dış güçlerdeydi...
Gerçek bu mu peki?
Hayır, gerçek bu değil.
*****
Evet sevgili dostlar, maalesef siz kabul etseniz de etmeseniz de Devlet Bahçeli ülkücüdür...
Başbuğ döneminde hem Genel Sekreterlik hem de Genel Başkan Yardımcılığı yaptı...
Ve de kendisi tarafından oluşturulmayan ülkücü delegenin oylarıyla Genel Başkan seçildi...
Şâyet kendisi derin yerlerin adamıysa ve bu derin yerlerin Başbuğu bir şekilde iknâ etmesiyle sözü edilen görevlere geldiyse, bilemeyeceğim... Bunun tahlilini de “hayal kırıklığı yaşayanlar yapsınlar”, bu tahlilden sonra kim rahat uyuyabilirse onlar yapsınlar, bu benim yapabileceğim bir tahlil değil, benim inanabileceğim bir tahlil değil bu!..
Her şeyi bilen büyük dâva adamı dostlarımız buna açıklık getirirler umarım...
Ayrıca 97’de Genel Başkan seçilmesinde aynı derin güçler etki ettiyse zaten yapılacak bir şey yok...
Bu derin güçler hareketimizi şekillendiriyorsa, biz boşu boşuna kafa yoruyoruz...
Boşuna hayal kuruyoruz, boşuna ideallerimizin ve ideallerimizin ülkesi için mücadele ediyoruz, hatta ve hatta boşuna inanıyoruz demektir.
Bu benim kabul edebileceğim bir tahlil değildir.
*****
Yıllardır Genel Başkan’ın hareketi “yönetemediği” ve içinde bulunduğumuz durumun en büyük “müsebbibi” olduğunu söyledim ve bu fikrimden geri adım atmış değilim...
Aynı şekilde önümüzdeki Olağan Genel Kurultay’ta onun bir daha “seçilmemesi” için elimden gelen gayreti göstereceğimi de defaatle ifade ettim ve aynı fikirdeyim...
Fakat, bu karşı çıkışımın nedeni onun ülkücü olmaması veya harekete dışarıdan eklemlenmiş olması değildir...
Ona karşı çıkıyorum çünkü hareketi iyi “yönetemiyor”.
Siz isterseniz onunla ilgili yüzlerce kusur sayın umurumda değil...
Sizin saydığınız bütün kusurlardan berî olsaydı bile, onun genel başkanlık yapmasına “karşı çıkardım”
Benim bu noktada tek ölçütüm vardır:
“Hareketi yönetebilmek”.
“Bunun karşılığı nedir?” diye soranlar çıkabilir...
Cevabım basit ve nettir:
“Ülkücü düşüncenin ülkede hâkim olması...”.
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi