Halkına Yabancılaşmak…
Bir zamanlar, ülkenin birinde süt satarak geçimini sağlayan bir derviş yaşarmış…
Zamanla eskisi gibi süt satamaz olmuş.
İşler iyice azalınca utana sıkıla şeyhine gitmiş.
“Şeyhim, nedense kimse artık benden süt almıyor. Diğer süt satanların işleri gittikçe açılırken, benim müşterilerim eksiliyor”
Şeyh, dervişin yüzüne dikkatlice bakmış ve, “Süte su katıyor musun?” diye sormuş.
Derviş, şeyhinin böyle bir sorusuyla muhatap olmanın utancıyla daha da kızararak: “Hâşâ!” diye cevaplamış Şeyhini, “Hâşâ! Allah korusun”.
Şeyh sevecenlikle bakmış müridinin yüzüne ve “Kat oğlum kat!, harama alışmış ahâli, senin helâl sütünü almaz” demiş.
*****
Hikâye işte…
Bir noktaya dikkat çekmek için uydurulmuş bir hikâye. Yoksa ne olursa olsun süte su katmak ne bir dervişe yakışır ne de bir şeyhe böyle bir hileye izin vermek.
*****
“Halkın değerlerine saygı” diye bir kabul vardır. Bir âmentü gibi tekrarlar durur kimileri…
Sâhiden,nedir halkın değer yargıları?
Ve biz neden o değer yargılarına saygı gösterecekmişiz?
******
“Halkın değer yargıları” derken var sayılan İslâm’ın getirdiği değer yargılıyorsa; âmennâ.
Başımızın üstünde yeri var.
Peki halkın değer yargıları gerçekten İslâm’ın değer yargıları mıdır?
*****
Kur’an da ortada, Resullah’ın temiz sünneti de.
Helâl da belli, haram da…
Buna rağmen halk, dinin getirdiklerini karşısında bir tutum alıyorsa tavrımız ne olacak?
Ölçümüz Kur’an ve Sünnet mi olacak, yoksa halkın hevâ ve hevesi mi?
İşte sorun burada başlıyor.
Karşındakini müslüman farz ederek son gelişmeleri âyet ve hadis ışığında anlatmaya çalışıyorsunuz.
Akıl almaz bir savunma mekanizması işliyor.
Bu savunma dinden referanslı –velev ki tev’il olsun- yapılsa neyse.
Dinin bu konudaki bütün kabullerini yok farz eden bir savunma söz konusu olan.
*****
Bu noktada yabancılaşmak kaçınılmaz oluyor.
Aynı safta namaz kıldığımız insanlarla ister istemez ayrışıyoruz.
Değerler merkeze konduğunda halkla, halk merkeze konulduğunda değerlerle yabancılaşıyor insan.
Bana göre önümüzdeki günlerde yoğunlaşmamız gereken temel sorunlardan biri de budur…
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi