Miliyetçiler Günü mü, Türkçüler Günü mü?
Bir 3 Mayıs’ta daha yine aynı tartışma.
Adına ne diyeceğiz?
Kimileri orijinal ismin devamından yana.
Kimileri de “Milliyetçiler Günü”nü kullanmakta ısrarlı.
Aslında buraya kadar her şey doğal.
Ülkücülüğü tanımlamada sıkıntılar yaşayan bir harekette özel günlerin isim tartışması da doğaldır elbette.
*****
MHP ve Ülkü Ocakları ‘Milliyetçiler Günü’nü tercih ediyor.
Ancak kimseye de bir isim dayatmaları yok bildiğim kadarıyla.
Nizâ çıkaranlar ise “Türkçüler Günü” adında ısrar edenler.
Anormallik de burada başlıyor.
Değişikliğin kimin tarafından yapıldığını bildikleri halde, sorumluluğu Devlet Bey’e yüklüyorlar.
*****
Sonuçta söz konusu olan, bakış açısı…
Bunun için ‘Türkçüler Günü’ isminde ısrar edenlerin tavırlarında anlaşılamayacak bir şey yok.
İsmin değişmesini de eleştirebilirler.
Bu da onların haklarıdır.
Ancak, “Değişikliği yapan Devlet Bahçeli’dir” iftirasına yeltenmemek şartıyla.
Çünkü, 3 Mayıs’ın bizzat rahmetli Başbuğ’umuz tarafından ‘Milliyetçiler Günü’ adı altında yâd edildiği bilinmektedir.
Devlet Bey’in yaptığı, merhum Başbuğumuzun uygulamasını devam ettirmek.
Bu sebeple, ‘Milliyetçiler Günü’ isminden rahatsız olanların fikir nâmusu açısından ortaya koyacakları tavır şöyle olmalıdır:
Ya, “Evet ismi Başbuğ’umuz değiştirmiştir ancak yanlış yapmıştır yeniden eski isme dönülmelidir.”
Ya da “O zamanın şartlarında merhum Başbuğumuzun yaptığı doğruydu, ancak şimdiki şartlarda yeniden Türkçüler Günü ne dönelim.”
Bunun dışındaki bütün çıkışlar lâf ebeliğinden başka bir şey değildir.
Hele değişikliği Devlet Bey’in yaptığını ihdâs eden bütün imâlar ve suçlamalar en hafif ifadeyle insafsızlıktır.
*****
Uzatmayalım.
‘Türkçüler Günü’ mü, ‘Milliyetçiler Günü’ mü?
Hangisi doğru?
Ve kararı kim verecek?
El cevap:
Hiç kimse.
Herkes gönlüne hangi isim yakın geliyorsa onu kullanacak ve bunu kavga sebebi hâline getirmeyecek.
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi