
Şırnak Eş Valisi ve Kahramanmaraş
Sırnak Eş Valisi’nin ‘çözüm süreci’ne katkılarından dolayı Erdoğan ve Apo’ya aynı cümle içinde teşekkür sıraladığı saatlerde, ülkenin bir başka yerinde Kahramanmaraş’ta Muhsin Yazıcıoğlu için adalet arayanlara cop, biber gazı ve küfür sıralanıyordu...
Bunun rasyonel bir izahı olamaz; bir sistem sanki cinnet geçiriyor... Yol kesen teröriste ‘aracı’ gönderip ‘rica’ eden, kaçırılan çocuklar için adeta BDP’nin otoritesine sığınan ve böylelikle ‘en adi savaş suçları’ndan birisi karşısında bile acze düşüp gereğini yapamayan iktidar ve memurları, gücünü devletine sadık milletin öz evlatları karşısında acımasızca sınamaktan geri durmuyor... Sadece Kahramanmaraş’ta değil, nerede bir milliyetçi haykırış görse bütün gücüyle abanabildiği kadar abanıyor...
Ermeni dostlarının hatırı için Bursa’daki millî maç öncesi Azerbaycan bayrağı avına çıkanlar, ülkenin Güneydoğusunu farklı renklere boyayan terörist bayrakları için neden aynı gayreti gösteremiyorlar? O Şırnak ki içinde en çok askeri, polisi, öğretmeni, korucuyu, kadını, bebeği şehit verdiğimiz iki ilden birisi... O Şırnak ki facebook’taki hesabında “Ben ölürsem ne olur biliyor musun? Herkes unutur, bir tek annem hatırlar!..” diye yazan Rizeli er Caner Kesimal ve yüzlerce kardeşinin şehit düştüğü vatan parçası...
Caner’i sadece annesi hatırlamıyor şüphesiz... Ama Eş Vali’nin hatırlamadığı, kanlarını döken örgütün elebaşısına ettiği teşekkürden belli... Kendi evlatlarının aziz hatıralarını umursamazken, Şırnak’taki havaalanına ‘Şırnak’ın evlâdı’ diye Cizre’de Barzanî’nin ve PKK’nın bayrakları eşliğinde gömülen Şerafettin Elçi’nin adını veren devlet... PKK’nın kamplarına günlük yemek taşıyan arabanın uçuruma yuvarlanmasıyla deşifre olan Şırnak’taki belediye-PKK ilişkisinin hesabını soramayan devlet... Şırnak’taki ‘asayiş timleri’ ve ‘yol kesmeler’le ilgili eli kolu bağlı devlet... Eh böylesine tuhaf bir tablonun ‘teşekkür’le taçlanması lâzımdı galiba!.. Eşvali de gerekeni yapmış oldu!..
PKK ve uzantılarına gösterilen hoşgörülü, iyi niyetli ve olgun tavır nedense ülkenin başka hiçbir muhalif unsuruna, üstelik demokratik tavır koyan unsurlarına gösterilmiyor... Bu korkunç çelişki, farklı kitlelerdeki öfkeyi haklı biçimde kabartıyor...
Kahramanmaraş’ta adliye binası önünde toplananlar bu kadar ölçüsüz şiddeti hak edecek ne yaptılar? Şehirleri mi yakıp yıktılar? Bebekleri mi öldürdüler? Devlete mi kastettiler? Ülke düşmanlarıyla işbirliği mi yaptılar? Sahi ne yaptılar?
Onlar bu toprakların ve bu değerlerin, sadece bedence değil, gönülce en ‘yerliler’iydi... İtilip kakıldıklarında, sürülüp zulmedildiklerinde, arkadaşlarını tespih tanesi gibi toprağa dizdiklerinde hiç isyan etmediler... En büyük dayanakları hep ‘tevekkül’ oldu... Kırıldılar, üzüldüler ama kopmadılar devletlerinden...
Çok şey mi istiyorlardı? Arkadaşları, ağabeyleri, ülküdaşları, genel başkanları, liderleri olan Muhsin Yazıcıoğlu’nun ölümünün üzerindeki sır perdesinin aralanmasını ve hesabın hukuken sorulmasını istiyorlardı, o kadar... Bu bir ‘linç arayışı’ değil ki arama safhasından başlayarak beş yıldır süren savsaklamaların, kafa karıştıran açıklamaların, iktidar ve memurlarının laubali davranışlarının ve gevşekliklerinin yol açtığı basınçtı...
Diyelim ki, bütün olup biten kazaydı ve kurtarma çalışmalarındaki aksaklıklar tolere edilebilecek cinstendi... Peki bu konuda hassasiyet taşıyan ve şüphelenmekte haklı olan kitlelerin şüphelerini giderecek olan kimdi, adalet mekanizması değil mi? İşte tam da bu noktada beyinlere soru işaretleri doluşurken, mahkemenin verdiği ‘takipsizlik’ kararı elbette öfkeyle karşılanacaktı... Ezberdeki her şeyi unutalım, Kanlıçukur’da saatlerce yardım isteye isteye can veren gazeteci İsmail Güneş vak’ası bile bu dosyanın bu şekilde asla kapatılamayacağını vurgulamaya yetmiyor mu?
Onların adalet arayışına ‘gaddarlık’la karşılık verip, katillere teşekkür sıralayanların sistemi kendi ayağına sıkıyor... Ya farkında değiller veya ‘suç ve suçluyu övme’nin suç olduğunu bilmelerine rağmen ‘görev’lerini yapıyorlar!..
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi