Tuzağa düşürülen devlet
Nasıl başlamıştı kâinatın en alçakça tiyatrosu: “Sınır dışına çekilecekler... Silah bırakacaklar... Herhangi bir pazarlık yok!..”
Bunların hepsinin yalan olduğu ortaya çıktığı hâlde yalan ve yalancıyla değil, devletle hesaplaşılıyor “Neden hâlâ kalekol yapılıyor?” diye... Medyanın büyük çoğunluğu ‘işgal medyası’!.. Televizyonlar ‘darbe televizyonu’ gibi tek ses... Ne kadar milliyet duygusundan nasipsiz, ruhunu Türkiye düşmanlarına kiraya vermiş aydın, gazeteci ve sanatçı bozuntusu varsa televizyonlarda halkı aydınlatıyorlar!..
Cebiyle şerefi arasında mesafe kalmamış ne kadar aşağılık gazeteci, âkîl ve ‘artiz’varmış memlekette? Dikkat edin bu tiplere, PKK, bebekleri bile katlederken bir kere olsun sanatçı duyarlılıklarına şahit olmadık... Çocuklar kaçırılıp daha sonra terör eylemlerinde kullanılırken, bunun en büyük insanlık ve uluslararası sözleşmelerle kurallara bağlanmış savaş suçlarından birisi olduğunu hatırlattıklarını görmedik... Terör örgütünün aynı zamanda dünyanın en büyük uyuşturucu örgütü olmasına isyan ettiklerini duymadık... Bu ‘mekap yalayıcıları’nın bir kere olsun, geçelim Türklüğü, insan açısından objektif değerlendirme yaptıklarını gözlemleyemedik...
Şimdi o ‘işgal televizyonları’nda kimi sinsice ‘Gezi-Lice hattı’ kuruyor demokrat demokrat!.. Kimi de bayrağın indirildiği akşam bile “İyi de devlet neden kalekol yapıyor?” sorgulamasında... Akıllarınca terör örgütü yandaşlarını uyandırıyorlar, “Aman ha, bu devlet sizi daha önce çok kandırdı, yine kandıracak, zaman kazanıp kalekolları yapıyor, sonra yine üstünüze gelecek, tezgâha düşmeyin, fırsat vermeyin” mesajını farklı kelimelerle aktarıyorlar... Tabii karşılarındaki hiç kimse, aslında tezgâha gelen varsa onun ‘devlet’ olduğunu, “Sınır dışına çekiliyoruz, silahları bırakıyoruz” diyen tarafın ‘aldatan taraf’ olduğunu sorgulamıyor...
İşin açıkçası devlet, onu yönetenler tarafından tuzağa düşürülmüştür... Terör örgütüne ‘çok daha kanlı ve halk destekli’ bir isyan için soluklanma fırsatı verilmiştir... Devletin güvenlik birimleri bırakın vatan toprağını, nizamiyenin içindeki bayrağı koruyamayan bir zavallı durumuna düşürülürken, PKK bölge halkı gözünde ‘gücün kendisinde’ olduğunu ispatlayan bir konuma yükseltilerek psikolojik savaşın peşin galibi ilân edilmiştir...
Şimdi Kandil ağzıyla yayın yapan, sözüm ona tartışma programları düzenleyen televizyonlarda kalekol yapımı tartışılıyorsa, bu ‘barışa engel bir adım’ olarak gösteriliyorsa, kamuoyu bu fikre ısındırılıyorsa, nasıl topyekûn bir saldırı altında olduğumuzu anlamamız gerekiyor...
İçlerinden birisi bile “Kalekol yapımına karşı çıkanların niyetinin ne olduğunu biliyoruz... Peki baraj yapımına neden karşısınız?” diye sormuyor... Aslında cevaplar belli: Terör örgütü adına baraj demek, kimi yerde mağaraların sular altında kalması demek, kimi yerde gözetlenmesi mümkün olan alanların artması demek, ‘özel’ yolların yok olması veya değişmesi demek, hareket alanının kısmen de olsa daralması demek... Tabii ki hem kalekol yapımı, hem de baraj yapımı, bütün planlarını ‘çatışmasızlık’ döneminin sonrasına göre yapan PKK’nın aleyhine bir durum... Bu kararlılık bile terör örgütünün yakın vâdede hangi adımları atabileceğine delilken, ‘olmayan barış’ üzerinden ve birkaç sloganla bezenmiş bir süreç halka yediriliyor...
Egemen devlet, toprakları üzerinde karakol da yapar, baraj da... Ama sadece kendisine ait bu tasarruf hakkı, o devletin içinde Kandil ağızlıların itibar gördüğü televizyonlarda ve gazetelerde sorgulanabiliyorsa, kuşatmanın vardığı son noktayı iyi analiz etmek gerekiyor...
O bayrağın indirilmesi kimseyi akıllandırmaz... Bayrak ilk defa indirilmiyor... 1996’da HADEP’in Ankara’daki kongresinde de indirildi... Ne oldu, göz göre göre, bıçak kemiğe dayandı diye diye bugünlere geldik... Şimdi valilerimiz rica ediyorlar ‘yolu açın’ diye teröristlere... Siirt Valimiz ise Başbakan’ın kızına “Sizi dinlerken tüylerim diken diken oldu” diyor...
Tüyler hangi şartlarda diken diken oluyor? İşte devletin düşürüldüğü durum...
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi