O kefen kaç beden?
Başbakan demişti ya “Biz bu yola kefenimizle çıktık” diye... İyi de bu kefen nerede, ne zaman, ne işe yarıyor? Kendi vatandaşına “Sivas’tan öteye geçemiyorsunuz?” diye sözüm ona hava basan bir Başbakan, var sayalım ki dediği doğru, o kefeni Sivas’tan öteye kapanan yolları açmak için giymeyecekse ne zaman giyecek?
Biliyoruz ki, bu ‘kefen edebiyatı’ vesayetçilerin artık olmayan tehditlerine karşı oluşturulmuş ‘koçaklama projesi’... Yani “Sizden korkmuyorum, ben ölümü göze almışım” mesajı içeriyor... Bir de ‘Menderes mağduriyeti’ni çağrıştırmaya yarıyor... İyi de zaten ortada korkulacak bir vesayetçi filan kalmadığına göre, geriye bu mesaja muhatap olarak, mazisinde kahramanlık hikâyesi pek bulunmayan ve ‘bol güzel adam’lı televizyon dizilerinden ‘müktesebat’ çıkarmaya çalışanlar kalıyor...
Bir kere önce şuna karar vermek lâzım: Bu kefen sadece kürsülerde işe yarayan bir ‘belâgat’ gıdası mıdır? Yoksa hak ve adalet yolunda gerçekten sonunu düşünmeyen insanların ‘düşmanlar’a bir göz dağı ve korkusuzluk mesajı mıdır? Ya da hep o ‘moderatör’e hava mı?
Doğrusu bu kefenin bugüne kadar ne işe yaradığını pek anlayamadık; siyaset podyumunda dayıvarî yürümekten ve havaalanlarında ‘ücreti mukabili’nde karşılama yaparken kostüm gibi kullanmaktan başka!..
Bu kefen hangi konfeksiyonun ürünü bilmiyoruz ama kullanıcılara birkaç beden bol geldiği kesin!.. Ağızdan düşüp iş göreceği yerde hep ayağa dolanıyor çünkü... Bayraklı reklam filmi çevirirken kefene ihtiyaç olmayabilir ama o bayrağı gerçekten korumak ‘kefenli işi’yse, o kimse kefeni gardıropta unutmayacak, derhal bürünüp direğin dibine yerleşecek!.. Bunu yapmayıp, aczini ‘paralel’ yalanlarıyla örtmeye çalışmayacak!..
Şu kefenin hayrını görsün bu millet, tabii dantellisiyle düzüyle ‘siyasî aksesuar’dan başka vasfı varsa!.. Meselâ Musul krizinde kefen ne yana düşüyor ‘vatanseverlik’ açısından? Yoksa bu kefenleri IŞİD’cilere mi gönderdik TIR TIR? Evlerinde zor zaptedilen ‘kefenî kavmi’ neden bundan fazlaca dert etmedi, neden ülkeyi cadde cadde, meydan meydan Arafat’a çevirmedi?
Allah’ın lâyık olmayanlardan çekip aldığına ve şimdi emaneti kendilerine verdiğine inanan bu arkadaşlara büyük sorumluluk düşüyor... Vatandaşları terör örgütünün elinde rehinken, iki dönümlük park açılışları için gezi düzenleyen liderlerine yağcılık turları değil, sınırları delik deşik olmuş ülkeye etten duvar olacaklar!.. Madem kendilerine üniforma olarak kefeni yakıştırıyorlar ve ölümü göze almayla ilgili verebilecekleri en net mesajı veriyorlar, o hâlde ülkenin yollarını kapatan eşkıyaya karşı gereken mücadeleyi gözlerini kırpmadan ortaya koyacaklar!..Ve Başbakan’ın liderler zirvesinde yerde bulunmasına gönlü razı olmayınca alıp cebine koyduğu, şiirlerinde kullanmayı pek sevdiği bayrağı gönderde tutma işini üstlenecekler!..
Yoksa E-5 kenarında, bulvarda, mitingde kefenle gezmek marifet değil... VIP’in karşısında, ‘Köroğlu’nu suya tepen’ Kiziroğlu Mustafa’yı, pardon Kripton gezegeninden gelen kahraman Süperman’i beklerken ak kefene bürünmek imajı kurtarmaz... Mücadele sembolü kefenin icra sahası belli; Halep oradaysa Musul da burada!.. Tabii yerimiz dar, kefenimiz bol, oyna oynayabilirsen, stratejik stratejik!..
Keşanli Ali’nin setinden geçiyor gibiyiz... Kürsülerden dökülenlere bakınca ‘dünyanın dayısı’yız!.. Arkalarından teneke bağlananlar tok tok konuşuyorlar... Birileri ‘meşe dalı’yla dürtüyor, anlamazdan geliyorlar... Delik deşik olmuş sınırlar içinde ‘paralel devlet’ oluşturuluyor, onlar başka ‘parelel’i milletin gözüne sokarak karartma yapıyorlar... Toprağı işgal edilip, konsolosu, güvenlik görevlileri ve vatandaşları günlerce alıkonabiliyor... Komşularla sıfır sorunla bölgesel güç olacağını iddia edenlerin neredeyse problemsiz komşuları kalmadığı gibi, birkaç bin kişilik terör örgütlerinin bile gözlerine kestirebildiği cılk muhataplar hâline geldiler... Yurt içinde kapanan yolları teröristlere ‘yalvarma diplomasi’siyle açmaya çalışmak öncelik oldu...
Şimdi gel de sorma, “Sünnet çocuğu gibi giyilen o kefen kaç beden?” diye...
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi