Telvin Hüsn-ü Hat Sahaf Şiir
Anasayfa > Servet Avcı > Sen varsan bir eksiğiz

Sen varsan bir eksiğiz



İleridekiler yardıma gelmeyince defanstan bir türlü uzaklaştırılamayan toptur hayat... Tenis topu gibi, belâ vurdukça geri gelir... Ama yere batasıca gururun, yere yapışan sırtının sararmış fotoğrafını değil, ‘şerefli mağlûbiyet’ tabelasını kaldırır her defasında...
Wilkins ne güzel yakalamış:  “İkiyüzlülük sadece sahibi tarafından görülmez...”  Belki de  Schiller bu hakikati çok daha önce yakaladığı için  “Asıl yalnızken yalnız değilim”  demiş... Riyakâr kalabalıklardan, mânâsız olduğu ancak yıllar sonra anlaşılabilen sentetik dostluklardan kaçıp kendine sığınma... 
‘Ölüm’ kainattaki bütün canlılar arasında adaletle paylaştırılan tek hakikat... Bütün kullanılmışlıkları, aldatılmışlıkları, satılmışlıkları, kiri, pası bu âlemde bırakmaya yarayacak dezenfektan kireci... Dünya denen ‘gölgelik’ten gerçek hayata atılan adım... Hani diyor ya Şair: “Gitmek gerekir bazen. Fazla yormadan, daha çok bıktırmadan, eğer vaktiyse ardına bile dönüp bakmadan...” 
Bir ceylan ürkekliğinde titizlenmeleri gereken hayata, kimi dost zannettiklerinizin sırtlan dişi geçirmeye çalışmaları ne acı... Hem sonsuzluğa iman edip, hem de sonsuz bir hırsla, dünyevî şehvetle o sonsuzluğu berbat etmek ne büyük felaket... 
Oysa siz ne çok sevmiştiniz ve kalabalıkların içinden farklı bulup seçip ayırmıştınız onları... Hükmünü icra eden acımasız torna çoktan sıradanlaştırmış gözünüzden sakındığınız yol arkadaşlarınızı... Şimdi bir fecr-i kâzib yetimi gibi şaşıra şaşıra bakarken onlara, onlar da sizi boş gözlerle bön bön süzüyorlar... 
Önemli olan galip gelmek... Kurallı kuralsız hiçbir değeri yok... Makam ve para bütün pislikleri, necaset bulaşmış bütün kirli ilişkileri örtüyor... İnsanlığın, dostluğun, dâvâ arkadaşlığının, sevdanın, hayalin gerçek hayatta karşılığı olmadığını kulağınızı tırmalayan şuh kahkahalardan anlayabiliyorsunuz... O filmlerdeki ‘onurlu genç’ çoktan kovuldu bu pespaye hayattan ama fark edemedi... Hissiyatı, kavrama kapasitesinin hep önünde gitti çünkü... O sahnede artık mermerden yontulmayı bekleyen tanrı adayları hâkimdi, cahiliyyedeki gibi...
Yoksa modernite dedikleri bu mu? Sermayeyle veya egemenlerle düzenli ve düzeyli ilişkimiz kadar mı büyüğüz? Cep telefonumuzun fihristi kadar mı adamız? ‘Dost’ diye hafızaya eklediğiniz isimler dijital kalabalıktan başka bir şey değilse silmekten başka yapılacak ne var? Telefonun zili çalarken, ekranda isim çıktığında buruşan yüz müyüz, yoksa buruşturan mı acaba? Plastik sırıtışların ve mekanikleşmenin her geçen gün daha fazla alanı kapladığı ilişkiler borsasındaki hisseleriniz anlamsız çırpınışlardan ve yalnızlıktan başka ne ifade ediyor? 
Bu bir ‘kayıp ilânı’ aslında; polis radyosundan veya cami hoparlöründen duyurulma ihtimali olmayan... Ya da varlığını hissetmediğiniz, yok olsalar yokluğunu da hissetmeyeceğiniz dost ve arkadaşların kayıp ilânı... Hayat mekanikleştikçe herkesi sarmaya başlayan ‘mecburî istikamet’ hikâyesi... Farkında olan olmayan herkesin hikâyesi... Siyasete, ticarete ve insanî ilişkilere vurulan en âdi mühürün fotoğrafı...
İşte ‘dostum’ onun için sen varsan bir eksiğiz!.. İşte onun için defanstayken yalnızız ve kan ter içinde kalarak uzaklaştırmaya çalıştığımız top her defasında duvara çarpar gibi yine bizim kalemize dönüyor... Ve işte bunun için ‘şerefli mağlubiyetler’ bizim kucağımızda kalıyor hep... 
Sunay Akın ne de güzel kelimelere dökmüş gerçeği:  “Kırgınlığım lunaparkta unutulmuş bir çocuğun nefreti kadar... Sorun atlı karıncalar değil, arkamda dönüp duran dönme dolaplar...” 
Varlıklarıyla sadece yalnızlıkları büyütmeye yarayan herkes iyi bilmeli ki, bu maskeli baloyu bitirecek bir ilâhi jübile var...

Yorumlar

Güvenlik Kodu

vahiy  insan  şehir  revelation  ahlâk  etik  ethica  nüzhet yalan estetik  metafizik  ebrah doğu  batı  fıtrat  creation  yaratılış  iyilik  kötülük  dürüstlük  eşref-i mahlûkat  kişilik  asâlet  cesâret  vefâ  sadâkat  ihânet  yalan  immoralist  mitoloji  belh’um adâl  aere perennius  antere  genetik  şuur  terbiye  muâşeret  muâşaka  muvâsalat  firâk  zarâfet  letâfet  ferâset  panteon   rolyef  fresk  heykel  portre  gravür   ideal  ülkü  ülkücü   kerbelâ  aşk keşke  cennet  cehennem  araf  âdem  havva  hâbil  kâbil  elma  haz  hayâ  hicap  gurur  hürriyet  adâlet  musâvat  agnostic  akıl  dacret  locig  analytical  antiq  aristokrasi  kûrûn-i vustâ  giyotin  hakikat  hikmet  paradox  dialectic  tenkit  stoa  akademia  logos  logos spermaticos  felâsife  gelenek  hermeneutic  semantic  hint  upanişad  mutezile  ihvân-ı safa  ilk neden   iskenderiye okulu  medinetü’l fâzıla   hürriyet  kölelik  rönesans  ütopya  rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed  kur’ân  endülüs ibn-i rüşd  aristotales  şeyh gâlip  farâbi  platon  sokrat   marcus aurelius  galile  mimar sinan  kirkedard  farabi  ibn-i sina   ibn-i hâldun  kafka  taşköprülüzâde  gazâli  musa cârullah  şemseddin sâmi frasheri  bergson  enver paşa  muhammed ikbal  hayyam  mehmet âkif  yâkup cemil  şems  ibn-i haldun  mevlâna  ali şeriâti  fuzulî  ebu’l âlâ el maarrî  ahmet mithat efendi  cemil meriç  nâmık kemal  ahmed hamdi tanpınar  kemal tahir  yahya kemal  cahid zarifoğlu  dostoyevski  tolstoy  knut hamsun  nietzsche  oğuz atay gogol  albert camus  descartes  herman hesse  puşkin  halil cibran  kaşgarlı mahmut  tevfik fikret  cenap şehabettin  neyzen tevfik  motzart  bach  mahler  tarkovski  suç ve  cezâ   anna karenina  madonna  prag  istanbul  çocuk kalbi  sn. petersburg  soljenitsin  marks  kant  heraklit  hegel  el-hamra  endülüs  kâmus u türkî  redhouse  wagner  kâmus u okyanus  lugat-i fransevî  iliria shqip  meydan larusse  şakâyık-ı nûmâniye  mevzuâtü’l ulûm  abdülkadir merâgi  ıtrî  muhammed esed  michelangelo van gogh  cezanne  rembrand  monet  hoca ali rıza  ulysess gaze  eleni karaindrou  sezen aksu  golha  farid farjad  osman hamdi

Tasarım : ATS