Hepsi varken yüzde yirmi nedir ki?
Sarkozy’nin gözaltına alındığı saatlerde biz gözyaşları içinde aday ilân ediyorduk... Fransa eski cumhurbaşkanının ‘kadrolu ağlayıcısı’ var mı bilmiyoruz ama dünya liderleri yanlarında mutlaka ‘profesyonel ağlayıcı’ bulundurmak zorundalar... Meselâ bizim Arınç gibi... Japonlar o kadar uğraştılar, hâlâ robotunu yapamadılar...
Kuzey Kore’de bu iş toptan çözülmüş... Tek komutta hep birden ağlayabiliyorlar... Hatta ağlamak ne, resmen kendilerini parçalıyorlar... Önemli ilerlemeler kaydetsek de, henüz o seviyeyi yakalayabilmiş değiliz... Galiba öncelikle geleneksel ağlama sporunu tabana iyice yaymak ve tesis eksikliğini gidermek mecburiyetindeyiz...
Hedefi daha yüksek tutmak lâzım... Kim Yong Un geçtiğimiz günlerde Deniz Kuvvetleri’ndeki komutanları toplamış, performanslarını denetlemek için on kilometre yüzdürmüş... İleride Hava Kuvvetleri’ndeki komutanları toplayıp ‘Uçun bakalım’ talimatı vermeden bunu bizim yapmamız daha iyi olacaktır şüphesiz... Meselâ bizim Başbakan bu talimatı ‘akredite gazeteciler’le yaptığı bir toplantıda verse, ortalık tilki sızmış tavuk kümesine döner... Hatta içlerinden bazıları uçmayı bile başarabilir...
Eğer biz gerçekten küresel güç olacaksak, mazlumlara sahip çıkarken ‘nüfuzunu kötüye kullanma ve ağır yolsuzluk’la suçlanan Sarkozy’yi unutmamalıyız... Şikâyetleri ne kadar da tanıdık: “Yargı siyaseten araçsallaştırıldı... Konuşmalarım dinlendi ve gazeteler tarafından yayımlandı... Hakkımda gerçeğe aykırı imaj oluşturuldu...”
Sarkozy’nin “Kriptolu telefonlarımı bile dinlemişler, sandıkta görüşürüz” türünden lâflar edip etmediğini, olayı Paris Saint Germain’in Avrupa’nın en büyük takımı olma yolundaki başarısını çekemeyen ‘Eintracht Frankfurt komplosu’ şeklinde yorumlayıp yorumlamadığını henüz bilmiyoruz...
Bu işten sıyrılmanın birinci yolu ‘paralel paralel’ diyerek kafa bulandırıp ‘montaj’a sarılmak... Eğer Fransa’da bu işi çitileyecek FUBİTAK yoksa, bizim TÜBİTAK’ı devreye sokabiliriz Ramazan münasebetiyle, hayrına... Sonra ‘ver elini cadı avı’ diyeceğiz ama adamcağız artık iktidarda değil...
Bizde Fransa’daki gibi nankörlük yok, başarının takdir edildiği bir ülkeyiz... İşte size tipik bir örnek: Prof. Dr. Ahmet Akgündüz... Hükûmet-cemaat gerilimi başladığı andan itibaren tavrını Hükûmet’ten yana koydu... Böylece o gün bugündür iktidar yanlısı televizyon ve gazetelerin gözdesi... Kimisi “YÖK Başkanı olmak için bunları yapıyor” , kimisi kendisini derinliği olmayan ‘pop-tarihçi’likle suçluyor olsa da o bir rektör... Hem de İslâm Üniversitesi Rektörü...
Hesaptan kitaptan, helâlden haramdan iyi anlıyor!.. “Eski hükûmetler, milletin malının seksenini yiyorlar ve kalan yirmi ise yol parasına bile yetmiyordu. Tayyip Beyin hükümetleri ve bürokratları ise yirmisini yediler” şeklinde ‘muhterem kardeşler’ine hitap ediyor... Örnekten de anlaşılacağı üzere iyilik yapıp denize atınca ‘balık’ bilmese de ‘alık’ mutlaka biliyor!..
Aynı satırlara “Beyt’ülmal’a hıyanet etmeyen Tayyip Bey’i cumhurbaşkanı olarak görmek istiyoruz ve dua ediyoruz” mesajını da sıkıştırma başarısını gösteren ‘iktidar profesörü’nü Hükûmet’in mahkemeye vermesine gerek yok... Topu topu yüzde yirmiden bahsediyor... Devede işkembe bile değil!.. Burada önemli olan, bir ilim adamının bunu tespit edip, ‘öncekilerle fark’ şeklinde ortaya koyabilmesi, takdir edebilmesi!..
Yüzde yirmi nedir ki? Gayri Safi Millî Hasıla’dan ve Türkiye İstatistik Kurumu’nun resmî verilerinden hesaplarsak yılda 40 milyar dolara denk geliyor... Tüm iktidar süresi hesaplanmak istenirse basit bir çarpma işlemi yapmak yetiyor... ‘Milletin malının ancak yüzde yirmisi’ derken, bunu GYMH üzerinden değil de, tüm taşınır ve taşınmazlardan, topraklardan, denizlerden, göllerden, barajlardan, ormanlardan, fabrikalardan, madenlerden, yollardan, köprülerden, ulaşım araçlarından, limanlardan, havaalanlarından ve diğerlerinden hesaplarsak ortaya çok daha değişik bir rakam çıkıyor...
Bir ilim adamının, üstelik bütün kariyerini iktidar yoluna feda etmiş bir ‘din adamı’nın bu denli açık yürekliliği insanı ziyadesiyle duygulandırıyor!.. Biz çok farklı bir ülke olduk, Fransa’dan da, Kuzey Kore’den de!..
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi