‘Nihaî savaş’ da bir barış projesidir sonuçta!
‘Zamanın ruhu’ bu olsa gerek... Önce Yargıtay siyasî partide ‘Kürdistan’ ismine onay verdi... Ardından Anayasa Mahkemesi’nin, Öcalan’ın Türkiye topraklarını da içine alan Kürdistan haritalı kitabıyla ilgili gerekçeli kararı açıklandı... Toplatılmasının ‘demokratik bir toplumda gerekli ve ölçülü’ olamayacağına dair karar veren AYM’ye göre, bu kitaba müdahale, düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğüne ve dahi basın özgürlüğüne müdahaleymiş!..
Kitap adından da anlaşılacağı üzere son derece barışçıl ve bütünleştirici: Kürdistan Devrim Manifestosu, Kürt Sorunu ve Demokratik Ulus Çözümü / Kültürel Soykırım Kıskacında Kürtleri Savunma!..
Raportör ne de ‘ince’ kaleme almış!.. Yazar’ın silahlı terör örgütü kurma ve yönetme suçundan hükümlü olması, kitabın kapağında Irak, İran ve Türkiye topraklarından bir bölgenin ayrılarak, içinin yazılarla belirginleştirilmesi ve kitapta PKK’nın propagandasının yapılması ‘özgürlükçü’ mahkememizi pek bağlamamış!..
Gerekçeli karara göre, “Herhangi bir kimsenin yalnızca kişiliğine bağlı olarak düşünce özgürlüğüne müdahale edilmesi haklı kılınamayacağı gibi yasaklanmış bir örgütün bir mensubunun veya yöneticisinin görüş ve düşüncelerini açıklaması da tek başına düşünce özgürlüğüne müdahale edilmesini haklı kılmaz...”
Bu kadar basit yani!.. Sağ olsun mahkeme, kitabı, yazarından daha güzel savunmuş, yazarın meramını daha iyi anlatmış!.. Harita mı? Ne var bunda canım? Karardan aynen alıntı yapıp rahatlayalım: “El koyma kararında kitabın kapağında, “Irak, İran ve Türkiye topraklarında bir bölgenin ayrılmış ve içi yazılarla belirginleştirmiş olduğu” gerekçesine yer verilmiştir. Başvurucu (Öcalan), bu bölgenin Kürtlerin yaşadığı, “Kürdistan” coğrafyasını tanımladığını, resmedilen sınırların siyasi değil kültürel ve coğrafi sınırlar olduğunu, kitabın içeriğinde “Kürdistan” olarak tanımlanan bölgenin kültürel bir coğrafya olduğunun belirtildiğini ileri sürmüştür. Belirli bir insan topluluğunun yaşadığı coğrafi bölgenin resmedilmesi tek başına, o bölgenin bulunduğu ülkenin bütünlüğüne yönelik bir ifade açıklaması olarak nitelendirilemez...”
On numara tespit değil mi? Yazar’ın avukat tutmasına bile gerek yok!.. Zaten “Türkiye topraklarının bir kısmının “Kürdistan” olarak nitelendirilmesi veya resmedilmesinin ne anlama geldiği ancak kitapta kullanılan ifadelerle ve yayınlandığı özel koşullarla da birlikte değerlendirilmesi ile belirlenebilir” miş... Öyle buyurmuş yüksek mahkememiz!.. Moda deyimle ‘bağlam’ından kopmuş mu, kopmamış mı ona bakacağız...
Yine gerekçeli karardan anladığımıza göre ‘başvurucu’nun amacı ‘Kürt sorununun çözümünü barışçıl yöntemler çerçevesinde temellendirmek’miş!.. PKK üzerindeki etkisi hâlâ kabullenilen kararda ‘başvurucu’’demokratik çözüm olanaklarına şans verilmesi’ni savunmaktaymış!..
Peki söz konusu ‘demokratik çözüm’ün gerçekleşmemesi hâlinde “nihaî bir savaş aşamasına geçilebileceği” şeklindeki ifadeler tehdit midir, şantaj mıdır, nasihat midir? Mahkeme bu konuda da oluşabilecek kafa karışıklığını giderecek içtihada imza atmış: Meğer bu sözler, şiddeti teşvik ve terör eylemlerine çağrı anlamına gelmiyormuş!.. Tamamen düşünce özgürlüğüymüş!..
Mahkemenin üç üyesi, söz konusu kitapta, ‘Kürt sorunu’nun çözümü için şiddete başvurmanın ciddi bir seçenek olduğunun değerlendirildiğini ve ilgililere ‘savaşa hazırlık’ talimatı verildiğini gördükleri için ‘ret’ oyu kullanmışlar... Üç üyenin ‘suç’ olarak gördüğünü diğer üyeler ‘hak’ görmüşler... Bu basit bir görüş farkı değil... Aradaki fahiş fark, taraflardan birinin ‘göz kusuru’ndan mı kaynaklanıyor, yoksa ‘zamanın ruhu’ndan mı?
Cumhuriyet tarihinin en kritik evrelerinden geçerken yüksek mahkemeler arka arkaya aldıkları kararlarla tarih yazıyorlar!.. Ve sanki ‘zamanın ruhu’ tarafından yönetilen gemi, okyanusta ‘bilinmez’e doğru yol alıyor.
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi