Ülkücüleri esas üzen!
MHP’nin beklentilerin altında kalması problem midir? Evet problemdir ama hayatın sonu değildir...
Esas problem ve can alıcı olan, partinin düştüğü veya düşürüldüğü durumdur... Yoksa yüzde üçlerde dolaşırken bile oy oranları, bu partinin mensuplarının MÇP’den beri çok daha başı dik ve gururluydu...
Siyasî yenilgilerin etkisi bir şekilde aşılır... Ya ‘duruş’ kayıpları? Onun etkisini atlatmak o kolay mıdır? Belli ki partiyi yöneten anlayış, yıllar içinde nelerin eriyip gittiğinin ya farkında değil ya da işlerine geliyor!..
Bir kere ülkücüye kulak verseler, asıl sarsıcı olanın seçim yenilgileri değil, dünün silik ve şahsiyet fukarası tipler karşısındaki eziklik olduğunu fark edecekler... Örnek mi? Altmış kişi, iki kişiye saldırabilir ve darp edebilir... Bunun utanılacak, sıkılacak, küçük düşmeye vesile olacak tarafı yoktur...
Can sıkıcı olan ise, dün değil altmış kişi, altı yüz kişi bile olsalar cesaret edemeyecekleri hâlden, onları bugünkü hâle getiren ’caydırıcılık’ kaybıdır... Bu harekete ne olmuştur ki, ‘siyasetin iç oğlanı’ hükmündeki büzülesi ağızlarda ‘metres’likle karşılık bulmuştur? Mahallesinde tek kişiyken bile, korkuyla karışık saygı duyulan ve ‘racon’una hürmet edilen ülkücünün hazmedemediği işte budur, seçim sonuçlarından ziyade, gerçek imajın işportaya düşürülmesidir...
Erdoğan ve arkadaşlarının Bahçeli’ye kaç kere ‘salyalı’ dediğini sayabilen oldu mu? Bu ‘salya’nın anlamını biz mi bilmiyoruz, yoksa hedefsizliği, başarısızlığa ve heyecansızlığa itirazlarını yükselten partililere karşı ‘Keşanlı Ali Destanı’ yazan ve inandırıcılıktan uzak yöneticiler mi?
Bugünkü yöneticiler, oyca daha küçük olsa da böyle bir parti mi devralmışlardı? Meselâ Apo’nun elemanı, partinin liderine “Sen bu saatten sonra assan assan, Sayın Öcalan’ın paltosunu vestiyere asarsın” diyebilir miydi? Bir başkası “Sen ancak Erciyes’te ulumayı bilirsin, Meclis’te erkek değil, ürkeksin” sözlerini aklından geçirebilir miydi?
Kazanılmış kongrelerden sonra “Fitnenin başını ezdik” diye gururla haykıranlar, ülkedeki fitne karşısındaki gerilemeyi, yine kapalı toplantılarda kendi partililerine yüksek sesle hitap ederek, fırça atarak, korkutmaya çalışarak örtebileceklerini hesaplayadursunlar... Başkalarından gelen hakaretleri yedikçe komik kalmaktan ileriye geçemeyecekler...
Caydırıcılık, nerede, nasıl, hangi politikalarla, kimlerin elinde kaybolmuştur? Esas mesele bu... Sosyal medyada veya ‘kapalı devre gazlama sistemi’nin uygulandığı hareket içi toplantılarda ettikleri büyük laflarla dağları sarstığını zannedenlerin, o koltuklarda oturdukça ülkücülere ait hangi değerleri sarstıklarını görmeleri gerekiyor... Tabiî samimiyseler!..
Bu ‘pelteleşme’ politikasının bir bedeli olacaktı... Bugün ödenen bedel, işte o bedeldir... Meclis’te milletvekillerinin, sandık başında parti görevlilerinin artık ‘çok rahat göze kestirilecek’ dönüşüme uğraması, siyasî iktidar karşısındaki ezikliğin bir yansıması...
Bu ülkenin Türk milliyetçiliğine tarifsiz bir şekilde ihtiyacı var... Ama bugün o kadar silik ki siyasî iktidar herhangi bir adım atacağı zaman onun tepkisini, Kürtçülerin tepkisi kadar ciddiye almıyor... Çünkü karşısında ‘kurumsal’ anlamda direnci hakkıyla teşkilatlayıp, “Bu ülkede ben varım ve beni çiğneyip adım atamazsın” diye hesaba katılacak, aksi takdirde öfkesinden çekinilecek bir yapı maalesef yok... Milliyetçilik, kurumsal anlamda denklemin hiç bir tarafında bulunmuyor...
Artık bu işin hatırı matırı kalmamıştır... Başarısızlık karşısında öfkesinin kırk sekiz saat sürdüğüne inanılan ülkücüler için görünmez vâdelere ‘zafer senetleri’nin yazıldığı bu düzen hükmünü yitirmiştir... Bugün anlamını yitirmiş üç-beş sloganla hayatiyetini devam ettirmeye çalışan yapı için deniz çoktan bitmiştir...
Ülkeyi bölmek isteyen katillerin heykellerinin dikilmeye başlandığı bir ülkede milliyetçi hareket yükselmiyorsa, ya da yükselirken kendisini hâlâ ‘milliyetçi’ partide değil, milliyetçiliği ayaklar altına alan bir partide gösterme çelişkisine düşüyorsa, bu karmaşık problem karşısında yöneticilerin sözü bitmiş demektir... Yenilen dayaklar ve muhatap olunan hakaretler de cabası...
Evet, siyasî yenilgilerin etkisi bir şekilde aşılır... Ya ‘duruş’ kayıpları?
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi