O elli kişiyi hepimiz tanıyoruz aslında
‘Araya giren elli kişi’nin, toprağa giren binlerce kişiden üstün olduğu ülkede muhalefet soruyor, “Kim bunlar, açıkla” diye... Sadece bir tarafı tanıyan kişi ‘arabulucu’ olamayacağına göre bunları Bakan da tanıyor olmalı... O elli kişi minibüs kuyruğundan veya tombaladan çıkmıyor... Ya partiden, ya herhangi bir cemaatten ya da lobilerden geliyor hısımlık...
Soma’daki patlamanın benzeri muz cumhuriyetinde yaşansaydı mutlaka devletin içinde birileri koltuklarını kaybederdi... Bizde kimseye bir şey olmadı... Öyle bir portre çizdiler ki Enerji Bakanı’nın aynı gömleği iki gün üst üste giydiği haber yapılarak ‘fedakârlık’ destanları yazıldı...
Ölen öldü, hiçbir şey yaşanmamış gibi devam edildi... Oysa Soma patlarken, Ermenekler felâket sınırına yürüyordu... Şimdi hangi madenlerin beş-altı ay sonra felâkete hazırlandığını bilmediğimiz gibi... Ama olsun, İstanbul’da asansör düştüğünde oğlunu kaybeden acılı babaya “Başbakan adam yerine koymuş” denilen bir memlekette, ne o araya girip duran ‘elli kişi’suçludur, ne de sorumluluk makamındakiler!..
***
Bu ülkede iş güvenliğinde standardı yükseltemeyen Çalışma Bakanı’nın istifası için ölmesi gereken toplam işçi sayısını bilen var mı? Ya Enerji Bakanı’nın? Emeğin ve alın terinin böylesine işportaya düştüğü medenî ülke kaldı mı dünyada? Toplumsal hafızanın zayıflığına ve tevekkül istismarına dayanan ve beşerî hataları ‘işin fıtratı’na havale eden bu anlayış ne zaman sorumluluk üstlenecek?
Yollarınız kaç gidiş kaç gelişli olursa olsun, ölüme gidişin bu kadar ucuzladığı bir ortamda ne ifade eder? Size emanet olan vatandaşlarınız yerin altında bu kadar güvenlikten uzak olduktan sonra, tünelleriniz ve içinden geçen Marmaraylarınızdan hangi üstünlük çıkar? Acımasız rekabetin, maliyeti düşürme hırsının, insan hayatından kat be kat önemli sayıldığı bir ortamın, insanın madde karşısındaki değersizliğinin adı ne olabilir?
Kuralları hep galiplerin koyduğu, zayıfların hep ezildiği bir düzende adınızın ‘adalet’ olması neyi temize çıkarabilir, neyi koruyabilir? Makam arabasını bindirmek için aldığınız kargo uçaklarının, şatafat ötesi saraylarınızın, her gün babalarını ölüme gönderir gibi gönderen o çocukların hüznü karşısındaki değeri nedir?
Bitmez ki o ‘elli kişiler’... Bir ‘elli’ gider, diğer ‘elli’ gelir... Yoldaş, yandaş, candaş... Siyasetin finansmanında işe yaradıkları için ‘rica’ları reddedilemeyen elliler, yüzler... Parayı bastıkları için sözleri geçenler... Milletin evlâtları kırılırken, kırılmayan patronlar, çantacılar, aracılar, lobi kardeşleri...
***
Hiç şüphe yok ki çalışma alanı muhafazakâr ikiyüzlülüğün en çok sırıttığı alan... Hem rızkın Allah’tan olduğuna inanıp, hem de rızkı kendisi veriyormuş gibi davranan cehalet ve kibir anıtlarının yükseldiği alan... Verilen hiçbir şey ‘hak’ değildir, ‘bağış’tır!.. Bastınız mı parayı her şey meşrulaşır, ‘inanç’ bile özelleşir!..
O ‘elli kişi’ itirafı mâlûmun ilâmıydı aslında... “Bizden önce fareler gibi açtınız” mesajındaki aşağılık samimiyet gibi!.. Üçyüz kişi ölmüş, koltuklarda yaprak kıpırdamamış, ‘fıtrat’ ve 19. Yüzyıl’da bilmem hangi madendeki ölü sayısı bunu da ‘çitilemeye’ yaramışken, onların, yirmilerin lâfı mı olur?
‘Fıtrat’ aynı zamanda dinî bir kavram...
Suçu ‘fıtrat’a yıkarak aslında dinin kendisine bir bühtan atılıp atılmamış olması da ilgililerin pek umurunda değil... O yüzden ne İslâm tarihi yeterli bir referans oluyor, ne de modern dünyanın utanma duygusunu kaybetmemiş
insanları...
Suç hep o ‘elli’ kişide!..
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi