Telvin Hüsn-ü Hat Sahaf Şiir
Anasayfa > Servet Avcı > O elli kişiyi hepimiz tanıyoruz aslında

O elli kişiyi hepimiz tanıyoruz aslında


‘Araya giren elli kişi’nin, toprağa giren binlerce kişiden üstün olduğu ülkede muhalefet soruyor, “Kim bunlar, açıkla”  diye... Sadece bir tarafı tanıyan kişi ‘arabulucu’ olamayacağına göre bunları Bakan da tanıyor olmalı... O elli kişi minibüs kuyruğundan veya tombaladan çıkmıyor... Ya partiden, ya herhangi bir cemaatten ya da lobilerden geliyor hısımlık...
Soma’daki patlamanın benzeri muz cumhuriyetinde yaşansaydı mutlaka devletin içinde birileri koltuklarını kaybederdi... Bizde kimseye bir şey olmadı... Öyle bir portre çizdiler ki Enerji Bakanı’nın aynı gömleği iki gün üst üste giydiği haber yapılarak ‘fedakârlık’ destanları yazıldı...
Ölen öldü, hiçbir şey yaşanmamış gibi devam edildi... Oysa Soma patlarken, Ermenekler felâket sınırına yürüyordu... Şimdi hangi madenlerin beş-altı ay sonra felâkete hazırlandığını bilmediğimiz gibi... Ama olsun, İstanbul’da asansör düştüğünde oğlunu kaybeden acılı babaya  “Başbakan adam yerine koymuş”  denilen bir memlekette, ne o araya girip duran ‘elli kişi’suçludur, ne de sorumluluk makamındakiler!..


***


Bu ülkede iş güvenliğinde standardı yükseltemeyen Çalışma Bakanı’nın istifası için ölmesi gereken toplam işçi sayısını bilen var mı? Ya Enerji Bakanı’nın? Emeğin ve alın terinin böylesine işportaya düştüğü medenî ülke kaldı mı dünyada? Toplumsal hafızanın zayıflığına ve tevekkül istismarına dayanan ve beşerî hataları ‘işin fıtratı’na havale eden bu anlayış ne zaman sorumluluk üstlenecek?
Yollarınız kaç gidiş kaç gelişli olursa olsun, ölüme gidişin bu kadar ucuzladığı bir ortamda ne ifade eder? Size emanet olan vatandaşlarınız yerin altında bu kadar güvenlikten uzak olduktan sonra, tünelleriniz ve içinden geçen Marmaraylarınızdan hangi üstünlük çıkar? Acımasız rekabetin, maliyeti düşürme hırsının, insan hayatından kat be kat önemli sayıldığı bir ortamın, insanın madde karşısındaki değersizliğinin adı ne olabilir?
Kuralları hep galiplerin koyduğu, zayıfların hep ezildiği bir düzende adınızın ‘adalet’ olması neyi temize çıkarabilir, neyi koruyabilir? Makam arabasını bindirmek için aldığınız kargo uçaklarının, şatafat ötesi saraylarınızın, her gün babalarını ölüme gönderir gibi gönderen o çocukların hüznü karşısındaki değeri nedir?
Bitmez ki o ‘elli kişiler’... Bir ‘elli’ gider, diğer ‘elli’ gelir... Yoldaş, yandaş, candaş... Siyasetin finansmanında işe yaradıkları için ‘rica’ları reddedilemeyen elliler, yüzler... Parayı bastıkları için sözleri geçenler... Milletin evlâtları kırılırken, kırılmayan patronlar, çantacılar, aracılar, lobi kardeşleri...


***


Hiç şüphe yok ki çalışma alanı muhafazakâr ikiyüzlülüğün en çok sırıttığı alan... Hem rızkın Allah’tan olduğuna inanıp, hem de rızkı kendisi veriyormuş gibi davranan cehalet ve kibir anıtlarının yükseldiği alan... Verilen hiçbir şey ‘hak’ değildir, ‘bağış’tır!.. Bastınız mı parayı her şey meşrulaşır, ‘inanç’ bile özelleşir!..
O ‘elli kişi’ itirafı mâlûmun ilâmıydı aslında...  “Bizden önce fareler gibi açtınız”  mesajındaki aşağılık samimiyet gibi!.. Üçyüz kişi ölmüş, koltuklarda yaprak kıpırdamamış, ‘fıtrat’ ve 19. Yüzyıl’da bilmem hangi madendeki ölü sayısı bunu da ‘çitilemeye’ yaramışken, onların, yirmilerin lâfı mı olur?
‘Fıtrat’ aynı zamanda dinî bir kavram...
Suçu ‘fıtrat’a yıkarak aslında dinin kendisine bir bühtan atılıp atılmamış olması da ilgililerin pek umurunda değil...  O yüzden ne İslâm tarihi yeterli bir referans oluyor, ne de modern dünyanın utanma duygusunu kaybetmemiş
insanları...
Suç hep o ‘elli’ kişide!..

Yorumlar

Güvenlik Kodu

vahiy  insan  şehir  revelation  ahlâk  etik  ethica  nüzhet yalan estetik  metafizik  ebrah doğu  batı  fıtrat  creation  yaratılış  iyilik  kötülük  dürüstlük  eşref-i mahlûkat  kişilik  asâlet  cesâret  vefâ  sadâkat  ihânet  yalan  immoralist  mitoloji  belh’um adâl  aere perennius  antere  genetik  şuur  terbiye  muâşeret  muâşaka  muvâsalat  firâk  zarâfet  letâfet  ferâset  panteon   rolyef  fresk  heykel  portre  gravür   ideal  ülkü  ülkücü   kerbelâ  aşk keşke  cennet  cehennem  araf  âdem  havva  hâbil  kâbil  elma  haz  hayâ  hicap  gurur  hürriyet  adâlet  musâvat  agnostic  akıl  dacret  locig  analytical  antiq  aristokrasi  kûrûn-i vustâ  giyotin  hakikat  hikmet  paradox  dialectic  tenkit  stoa  akademia  logos  logos spermaticos  felâsife  gelenek  hermeneutic  semantic  hint  upanişad  mutezile  ihvân-ı safa  ilk neden   iskenderiye okulu  medinetü’l fâzıla   hürriyet  kölelik  rönesans  ütopya  rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed  kur’ân  endülüs ibn-i rüşd  aristotales  şeyh gâlip  farâbi  platon  sokrat   marcus aurelius  galile  mimar sinan  kirkedard  farabi  ibn-i sina   ibn-i hâldun  kafka  taşköprülüzâde  gazâli  musa cârullah  şemseddin sâmi frasheri  bergson  enver paşa  muhammed ikbal  hayyam  mehmet âkif  yâkup cemil  şems  ibn-i haldun  mevlâna  ali şeriâti  fuzulî  ebu’l âlâ el maarrî  ahmet mithat efendi  cemil meriç  nâmık kemal  ahmed hamdi tanpınar  kemal tahir  yahya kemal  cahid zarifoğlu  dostoyevski  tolstoy  knut hamsun  nietzsche  oğuz atay gogol  albert camus  descartes  herman hesse  puşkin  halil cibran  kaşgarlı mahmut  tevfik fikret  cenap şehabettin  neyzen tevfik  motzart  bach  mahler  tarkovski  suç ve  cezâ   anna karenina  madonna  prag  istanbul  çocuk kalbi  sn. petersburg  soljenitsin  marks  kant  heraklit  hegel  el-hamra  endülüs  kâmus u türkî  redhouse  wagner  kâmus u okyanus  lugat-i fransevî  iliria shqip  meydan larusse  şakâyık-ı nûmâniye  mevzuâtü’l ulûm  abdülkadir merâgi  ıtrî  muhammed esed  michelangelo van gogh  cezanne  rembrand  monet  hoca ali rıza  ulysess gaze  eleni karaindrou  sezen aksu  golha  farid farjad  osman hamdi

Tasarım : ATS