
Sınırı dilleriyle Sivas'a çekenler Doğu Romalılar mıydı?
Dünyada değişik metotlarla çizilmiş bir sürü sınır var; kimi kanla, kimi cetvelle, kimi nehirle, kimi dağlarla... Bir kısmı da dinlerin, mezheplerin veya dillerin yayılma alanlarıyla çizilmiş...
Siz hiç aptallıkla, eğer öyle değilse hainlikle çizilmiş başka bir sınır gördünüz mü 'Sivas'ın ötesi berisi' diye? Ülkenin siyasî/fizikî sınırları yerinde dururken ülkenin ortasına yakın yerden 'psikolojik sınır'çekmek neyin nesiydi?
Dünyanın neresinde hangi sorumlu devlet ve sorumlu yöneticisi kendi ayağına sıkan ve kendi aczini ifade eden böyle bir kavramı diline pelesenk ederdi? Siz, ucuz siyasî polemikleriniz uğruna veya gizli gündeminiz yolunda ülkeyi sahadan önce zihinlerde bölerseniz, nasıl olacaktı bunun sonu?
***
'Sivas'ın ötesi' edebiyatına sarılanlar ve buradan siyasî hasımlarına vurmaya çalışanlar, asfaltın altına patlayıcı yerleştirenlerden daha fazla zarar verdiler bu ülkeye... Çünkü onlar topyekûn bir coğrafyanın altına sözleri ve uygulamalarıyla patlayıcı yerleştirdiler...
Ülkedeki herkesin can ve seyahat güvenliğinden sorumlu olanlar, utanç duymak yerine, bu güvenliğin gevşemesinden haz duydular, bu aşağılık durumdan sözde politik avantaj çıkarmayı umdular... Ülke topraklarının bir bölümüne bu söylem yoluyla 'farklı statü' kazandırdıklarını umursamadılar bile...
Nasıl olsa kendileri rahatlıkla gidebiliyorlardı... Çünkü 'çözüm ortakları'yla yaptıkları anlaşma onları bir süreliğine korunaklı hâle getirmişti... İki taraf birbirine dokunmayacak ve bu durumdan ikisi de yararlanacaktı... Birisi seçimlerde, diğeri alan hâkimiyetinde!.. İkisi de kurnazca mesai yaptı... Birisi 'Analar ağlamayacak' dümeniyle seçmen depolarken, diğeri daha fazla ana ağlatmak için silah ve patlayıcı depoladı...
Şimdi çizdikleri 'psikolojik sınır'ın ötesinden şehit cenazeleri geldikçe kendi suçlarını ikrar etmek yerine, yine aldatılmış, kandırılmış, taciz edilmiş o klâsik 'Küçük Emrah' moduna sığındılar...
O 'psikolojik sınır'ın çekilmesinden sonra arttı PKK uzantısı sözde sivil siyasetçilerin "Senin devletin bana söz verdi" diye askerlere çıkışmaları, "Burası Kürdistan, gidecek olan varsa sizsiniz" diyerek polis tokatlamaları, özerklik diklenmeleri...
Oysa yalvarırcasına itiraz ettik, uyarmaya çalıştık... Nasıl olurdu da ülkeyi yönetme sorumluluğu verilmiş bir kişi, bir genel başkana "Cesaretin varsa" diyerek 'gidemeyeceği' bir toprak parçası gösterir ve gerçekten gidemeyecek olursa bundan zevk alabilirdi? Bu ruh hâli tıbbın mı, yoksa siyasetin mi ilgi sahasına girerdi?
Bir yönetim nasıl olurdu da 'Sivas'ın ötesi' diye diye zihinlerde harita çizilmesine yol açan bir ayrıma giderdi? Bir yönetim nasıl olurdu da siyasî rakiplerini zorda bırakmak için "Gidin de görelim, konuşun da bakalım" tahrikleriyle bölücülerin, devletin boş bırakması sonucu sağladığı 'alan hâkimiyeti'ne psikolojik onay verebilirdi?
***
Şimdi Türkiye ahmakça çizilmiş o 'psikolojik sınır'ı ortadan kaldırmaya, siyasî/fizikî sınırlarının en uç noktasına kadar yeniden kamu düzenini oluşturmaya çalışıyor, can can, beden beden... PKK'yla müzakerelerde kaybolan yılların bedeli şimdi anaların gözyaşları olarak akıyor... Anadolu'nun neredeyse ortasına taşınmış sefil sınır taşları yerinden sökülüyor, bedeli şehit şehit...
Sınırları beyinlerde batıya doğru çekenler, yine de bir sorumluluk hissetmiyorlar olup bitenden... Bazen'Küçük Emrah' pozuna bürünürken, bazen de önceki sürecin sahibi 'Doğu Romalılar'mış gibi davranıyorlar!..
Biz 'Türk ırkı yoktur' diyerek Türk'ü göremeyen o 'Doğu Romalılar'ın, göz kusurları dolayısıyla stoklanan patlayıcıları ve silahları da görmediklerini zannediyorduk!.. Ne garip ki görmüşler ve 'çözüm süreci hatırı'na müdahale etmemişler!..
Anlaşılan şu: Mesele sadece 'Sivas'ın ötesi berisi' değil, aynı zamanda 'siyasî ahlakın ötesi berisi'!..
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi