'Müslüman Cumhurbaşkanı'na açık mektup
Sayın Abdullah Gül, Hoca’nın her Cuma namazında okuduğu “Muhakkak ki Allah, adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder. Çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı da yasaklar” şeklindeki sözlerin rutin bir Cuma tekerlemesi değil, ayet-i kerime olduğunu biliyorsunuzdur şüphesiz... Ve bu ayette ilk sırada emredilen ‘adalet’in ne anlama geldiğini de elbette...
Şunu kabul edin, herhangi bir fiili Ahmet Necdet Sezer yaptığı zaman ‘yanlış’, Abdullah Gül yapınca ‘doğru’ olamaz... Önemli olan kişiler değil, eylemlerdir...
Bir önceki gün 19 üniversitenin rektörünü atadınız... Bütün bir kampanya boyunca “Bu üniversiteyi bir siyasî partinin ve anlayışın arka bahçesi olmaktan kurtaracağım” diye propaganda yapan Süleyman Büyükberber isimli şahsı Gazi Üniversitesi rektörlüğüne getirdiniz...
On öğretim üyesinin birinin bile oyunu alamayan, oylamada beşinci olan birisinden söz ediyoruz... YÖK’ün gönderdiği üç kişilik listeye üçüncü olarak sokuşturulmasından, bu şahıs lehine bir takım ‘danışıklı’ bir şeylerin döndürüldüğü hissediliyordu aslında... Bütün bu olup biteni, ‘Müslüman Cumhurbaşkanı’ olarak, Allah’ın emrettiği ‘adalet’ kavramının neresine sıkıştırdığınızı merak ediyorum doğrusu...
***
Bu tip durumları özetlemek için daha önce yazdığım bir yazı geldi aklıma...
Çağrı filmini mutlaka seyretmişsinizdir...
Filmin unutulmaz sahnelerinden birisinde, İslâm tarihinin önemli bir kesiti işlenir... Mekke’deki eziyet ve zulümden dolayı Habeşistan’a göçen Müslümanlar ve onların izini süren müşrikler Kral Necaşi’nin huzurundadırlar...
Müslümanlar bir yandan kendilerini anlatmaya çalışırken, diğer yandan müşrikler de Necaşi’yi tahrik etmektedirler...
Necaşi, Müslümanları bir süre dinledikten sonra “Sizi yeterince dinledim, anlattıklarınız saçma” der ve adamlarına yaptığı bir el hareketiyle, onların zincire vurulmalarını emreder...
Müslümanların sözcüsü son bir hamleyle, Necaşi’ye doğru “Mekke’de cezalandırılıp, bize eziyet edildiği zaman Hz. Muhammed bize Habeşistan’a gidin dedi” diye seslenir ve Resulullah’ın ağzından şu tarihî sözü aktarır: “Orası adil kralın ülkesidir. Orada kimseye haksızlık yapılmaz...”
Akan suyun durduğu andır o an... Adil kral, müşriklerin bütün karşı ısrarlarına rağmen Müslümanları dinler, İslâm hakkında bilgiler alır, sorduğu sorulara aldığı cevaplar kendisini tatmin eder... Habeşistan’ın Hıristiyan kralı ve aynı zamanda dinî önderi Necaşi, müşriklere dönerek, Müslümanların ülkesinde diledikleri kadar kalabileceklerini, önüne altından dağlar yığılsa bile onları kendilerine teslim etmeyeceklerini söyler...
Habeşistan’ın Hıristiyan kralıyla, günümüz Türkiye’sinin ‘Müslüman cumhurbaşkanı’arasında ‘adillik’ mukayesesi yapmak değil niyetim... Bu örneğin oturduğunuz yüksek rakımlı tepede, vicdanınızda bir muhakemeye yol açıp açmayacağını merak ettim sadece...
Eziyet ve zulümden kurtulmak için, Resulullah’ın emriyle hiç bilmedikleri topraklara, Habeşistan’a göçerek adaletle muamele gören Müslümanların bu hikâyesini aktardıktan sonra şu cümlelerle devam etmiştim:
Rejimlerin niteliği veya yönetenlerin dinî referansları ne olursa olsun, ‘adil’ olması çok daha önemli değil mi? Hele bu yaşanmış sahneyi, “Dünya küfr ile durur, zulüm ile durmaz” düsturuyla birlikte düşündüğümüzde, ‘adalet’ kavramının ‘dindaş’lıktan bile önce geldiği gerçeğine teslim olmamak mümkün mü?
Zaten bu konuda biraz tereddüde düşülse, “Bir kavme olan düşmanlığınız, sizi onlar üzerinde adaletsizliğe sevk etmesin” ilahî ikazı yakanıza yapışıyor...
İdeal olan, kimselere haksızlığın yapılmadığı, adil kralların(yöneticilerin) ülkesidir...
İşte bunları yazmışım... Haksız da sayılmazmışım değil mi, ‘Müslüman cumhurbaşkanı’m?
***
Ahmet Necdet Sezer zamanında alışmıştık bu fotoğraflara... İdeolojik saplantıyla davranır, iki oy alan birini bile rektör olarak atar, tepkiler umurunda olmazdı... Peki şimdi ne değişti? ‘İdeolojik hınç’ birilerine haram, birilerine helal bir duygu mudur?
Hadi o ‘bilmeyenlerden’di... Ya siz?
Hani siz farklıydınız? Farkınız misafirlerinize mantı yedirmekten ibaret değil elbette... Peki ne o zaman? Vesayet rejimini sona erdirmiştiniz galiba!.. Ehliyet ve liyâkatin esas olduğu düzen bu mu?
Türkiye’nin en büyük üniversitelerinden birine, Gazi Üniversitesi’ne atadığınız o rektör, öğretim üyelerinin onda birinin bile oyunu alamayan o rektör, bakalım hangi gururla o koltuğa oturmayı içine sindirecek? Ve bakalım hangi cesaret ve kabiliyetle o ‘arka bahçe’de ‘ideolojik temizlik’ yapacak?
Biliyorsunuz ki, 2007 seçimlerinden hemen sonra MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli “Meclis’e gireceğiz” demeseydi, siz şimdi kesinlikle Cumhurbaşkanı filan değil, muhtemelen Bülent Arınç gibi en fazla Bakanlığa devam ediyor olurdunuz... Size Çankaya yolunu açan siyasî çizgiye bu denli düşmanlık ve o çizgiyi üniversiteden kökünü kazımaya yeminli birini rektör atayacak kadar kararlılık doğrusu izah edilebilir bir durum değil...
Bu çelişkiyi ‘vefasızlık’la açıklamaya kalkmak basit kaçacaktır... Bu, onlarca yıl öncesine sarkan ‘ideolojik hınç’ temelli bambaşka bir şey olmalı... Sürekli tebessüm eden yüz ifadesinin ardında, eğer adalet kavramını bile görmeyecek kadar gözler kararıyorsa, bunu tabii ki ‘sıradan tasarruf’ olarak göremeyiz...
Sayın Gül biz sizi de tanıyoruz, sizi anons ederken ‘kardeşim’ diyen Erdoğan’ı da...
Kardeşiniz geçenlerde, ülkücüleri Fatiha’yı bilmemekle suçlamıştı... Hayatları boyunca Fatiha’lara kurban olanlara bu iftiraya atana ‘Bize şahdamarımızdan daha yakın olan Allah’ı hatırlatmıştık... Şimdi size aynı hatırlatmayı yapıyorum... Rektör diye atadığınız o ‘arka bahçe temizlikçisi’nin muhtemel zulmüne kimse rıza göstermeyecektir... Veda Hutbesi’nde zulmetmek kadar zulmolunmaktan da men edilenler böyle mücadeleleri iyi bilirler!..
Bizim milletçe, sosyal hayatın her alanında, her kurumunda adil krallara(yöneticilere) ihtiyacımız var... Sadece zulümden değil, zulmolunmaktan da insanların hesaba çekileceğini bildiren bir inanç sistemi, adaletsizliği meşrulaştıran, adeta özümseyen sosyal yapıyı hoş göremez...
Sayın Gül,
Benim vatandaş olarak bir görevim de, sorumluluğu benden çok daha fazla olan yönetici sınıfına Allah’ı, onun adaletini ve ölümü hatırlatmaksa, şunu bilin ki, Necaşi’nin kalbini bir anda yumuşatan “Orada adil bir kral var” mesajını hem beyninize, hem de yüreğinize işinize gelse de gelmese de kazımak mecburiyetindesiniz...
Adamına göre vardiya sistemiyle çalışan bir adalet değil, herkesin eşit muamele gördüğü bir adalet arıyoruz..
Adaletsizliklerden ve mağduriyetlerden buralara taşındığını iddia eden bir siyasî anlayışın, gücü eline geçirince ‘kınadıklarıyla imtihanı verirken, aynı duruma düşmesi’ne garip bir durum değil mi?
Şimdi oturduğunuz yüksek rakımlı tepe başınızı döndürmesin... O tepe ne kadar yüksek olursa olsun, sonunda herkes gibi bir çukuru dolduracaksınız... Ölümü bilen ‘akledenler’den olduğunuza göre, ‘hiçbir şeyin gizli kalmayacağı’ o güne olan inançla soruyorum:
Haksız mıyım, ‘Müslüman cumhurbaşkanı’m?
Not: 8 Temmuz 2012 tarihli Yeniçağ Gazetesi'nden iktibas edilmiştir.
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi