Kızıl Ordu Korosu
Bakın yoldaşlar!. Zor bir durum, ama acı gerçeği bir şekilde size anlatmalıyız... İyi de olsanız, kötü de olsanız, göğe de yükselseniz, batakhaneye de düşseniz, siz de bizim insanımızsınız...
Bıkmadan usanmadan, sizi tedaviye ikna etmek bizim görevimiz... Yani bu bir millî mesele...
20. Yüzyıl’ın sonunda geçirdiğiniz ağır bir travmayı algılayamadınız, kabul... Yine de böyle bırakamayız
sizi... Millet olarak şifa bulmanız için elimizden geleni yapmalıyız...
Bu arada itiraf edelim biz de hatalıyız...
1991’de Berlin Duvarı yıkıldığında size haber veremedik... Hoş haber versek de, o kapalı dünyanızda bunu kabul edecek durumunuz yoktu... Bu faşizmin dezenformasyonu olabilirdi... Belki de duvarın erozyon merozyon gibi doğal afetle yıkıldığını zannettiniz... Meteor da düşmüş olabilir tabii!..
Canınız sıkılmasın diye, Polonya’da proleteryanın saf değiştirip, ihanet ettiğini, karşı devrim yaptığını da söyleyemedik...
Siz üzülmeyin diye, çifte acıyı kaldıramazsınız diye
Çavuşescu’nun öldüğünü bile bildiremedik... Aha şimdi söylüyorum, Çavuşescu sizlere ömür..
Madem öyle yeri gelmişken öbür acınızı paylaşayım, Todor Jivkov da ötelere topukladı...
Bu kadar acı haberi aynı anda vermek doğru mu bilmiyorum ama Leonid Brejnev’i de Moskova’daki köyünün yağmurlarıyla yıkayıp, defnettik...
Ama metin olmak lâzım... Ölümlü dünya...
Bu arada bilginiz olsun, kızıl rejiminiz de okka altına gitti...
Aslında sizin Kızıl Ordu, rejimi kurtarmak için direnmedi değil... Fakat kör olası sarhoş Yeltsin, elinde votka şişesiyle tankların önünü kesip, bir de üstüne çıkınca ortada rejim mejim kalmadı...
Kusura bakmayın ama, siz “komprador-patron-ağa devletini yıkacağız” diye yırtınırken, Doğu Avrupalı öncü yoldaşlarınız -ayıptır söylemesi- kapitalizmin barlarına düştü...
Tabii siz dünyadan habersiz olduğunuz için, Bizim Radyo’lu günlerin dilini bırakmamakta ısrarlısınız...
İşte bu problem dolayısıyla size alıştıra alıştıra, doktor kontrolünde olup bitenleri anlatmaya çalışıyoruz...
2. Dünya Savaşı’nın bittiğinden habersiz ormanlarda saklanan Japon askeri bile kalmadı artık... Lütfen kendinize gelin, gerçekleri kabul edin...
***
Yoldaşlar!
Eğer bu ve benzeri ikna çabaları sonuç vermezse -ki öyle gözüküyor- belki ayıkırsınız diye, söz sizi bir dahaki sefere Kızıl Ordu Korosu’nun konserine götüreceğim...
Şimdiden ikaz ediyorum: Orada ayıktınız ayıktınız, şayet maksat hâsıl olmazsa, ondan sonra ne yerseniz yeyin!..
Malum bir Kızıl Ordu Korosu vardı...
Adından da anlaşılacağı üzere, o ‘muktedir ordu’nun resmi korosuydu ve Sovyet devriminin de sembollerindendi... Koronun birinci amacı, askerlerin moralini yüksek tutmaktı...
Savaş esnasında, cephelerde, hastanelerde, birliklerde görev yaptı...
Koro, dünyada daha çok ‘Katyuşa’yla ‘Kalinka’yla tanınsa da Partizan Marşı ve devrimci işçi marşları çalıp söyleyen çok önemli bir propaganda aracıydı...
Benden duymuş olmayın, farkı anlayın diye söylüyorum, proleterya iktidarının o meşhur korosu, kapitalizmin mekânlarında burjuva eğlendiriyor!..
Belki size çok acı gelecek ama, Türkiye’ye her uğradıklarında, her konserlerinde devrimin ruhuna aykırı şeyler oluyor...
Devrimci işçi marşları hak getire, Tarkan’ın şarkıları eşliğinde ‘kent soylular’ımız bel kıvırıp, gerdan kırıyorlar... İyi ki, Stalin öldü de bu kara günleri görmedi...
Yani vaziyet bildiğiniz gibi değil... Rejimin ve Kızıl Ordu’nun ihtişamını anlatmak için neredeyse yüz yıl yedirip içirdiğiniz koronuz, “Ay akşamdan ışıktır/ Yaylalar yaylalar” veya “Antep’in hamamları” türküsüyle başlayıp, “Gülnihal” gibi saray nağmeleriyle konser bitiriyor...
Bazen işi iyice çığrından çıkarıp, “Ave Maria” gibi kilise müziklerini, bazen de emperyalist Osmanlı’nın mehter marşlarını, “Ceddin Deden” i filan çalıp söylüyor...
Yani durum, düşman başına!..
Yalnız şu konuda müsterih olun, henüz pavyona düşmediler çok şükür...
Şimdilik daha nezih salonlarda, üst taklidi yapan kompleksli orta ve üst sınıflara hitap ediyorlar...
Ama dünya hâli bu... Kim derdi ki, buralara düşecekler? Onun için pavyona veya türkü bara düşmeyeceklerinin de bir garantisi yok!..
***
Kızıl Ordu Korosu’nu bu trajik seyri size ne anlatır, kafalarınızı nasıl dank ettirir bilmiyorum...
Bizimki, “Allah’tan ümit kesilmez” babından bir gayret... Yani bir ihtimal...
Ümit ederim ki, bu şok tedavi size fayda eder de, o kopası ‘soğuk savaş’ dilini bırakırsınız...
Burada burjuvanın kucağına düşen Kızıl Ordu Korosu mudur, yoksa onun şahsında Kızıl Ordu ideolojisi midir, takdiri size bırakacağım...
Yine ayıkmazsanız, benden günah gitti... Dünya tarihinde komünizm adına sadece Kızıl Ordu Korosu yoktu ya...
Polpot’un “ölüm tarlaları” vardı...
Stalin’in sürgünleri ve soykırımları vardı...
Jivkov’un zalimliği vardı...
Yüzyıla yayılmış koca bir kanlı tarih vardı...
Onlarla teselli bulursunuz artık...
Bu arada Kızıl Ordu Korosu pavyonlara düşüp, “Ankara’nın bağları/ Büklüm büklüm yolları” parçasını çalıp söylemeye başlarsa, balalaykayı, akordiyonu filan atıp, elektro sazı tercih ederse, askerî dansçılar yerine köçeklerle sahne almaya başlarsa, artık bu koronun alayını bir tenhada kıstırıp ‘özeleştiri’ alırsınız, bütün mesele biter belki de!..
Not: 16 Temmuz 2012 tarihli Yeniçağ Gazetesi'nden iktibas edilmiştir.
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi