Topal Asker'in ülkesi
Onlar, zırhsız araçlarla çıkarıldıkları o karanlık yolda şehit edilmişlerdi... 18 Aralık 2004’te Musul çıkışında pusuya düşürülüp katledilen özel harekâtçı beş polisten söz ediyorum...
Yeni görev yerleri Bağdat Büyükelçiliği’ydi... Ne uçakla gönderilmeleri akıllara geldi, ne de elçilikteki zırhlı araçlarla intikal ettirilmeleri...
Dışişleri Bakanlığı, bu yolculuk için Bağdat’tan zırhsız arabalar kiraladı... Özel harekâtçı sekiz polis, Habur’dan bu araçlarla geçerek, düşmanlarla dolu toprakların içine doğru sonu belirsiz bir yolculuğa çıktı...
Katiller Musul çıkışına pusu kurmuştu... Yirmibeş kişi civarındaki katille kırkbeş dakika kahramanca çatıştılar... İlk ateş sırasında alınan ağır yaraların da etkisiyle sekiz polisten beşi şehit düştü...
Üç gün sonra şehitler için İçişleri Bakanlığı’nda düzenlenen törene şehit yakınlarının “Bu kadar aciz miyiz? Uçağınız yok muydu?” isyanları damgasını vurdu... Uçak vardı tabii ki... Bağdat yolculuğunda esirgenen uçak, Başbakan’ın talimatıyla cenazelerin memleketlerine taşınmasında bir işe yaramış oldu!.. Ayrıca şehit edilenlerin yerlerine elçilik için görevlendirilen ikinci ekip de Bağdat’a özel uçakla gönderildi...
Olan, Başkomiserler Nihat Akbaş ve Bilal Ürgen ile polis memurları Süleyman Karahasanoğlu, Adem Çiçek ve Bülent Kıranşan’a olmuştu... Cenaze töreninde klasik görüntüler vardı... “Canilerin yakalanması için koalisyon güçleri ve Irak hükûmeti nezdinde bu olayın takipçisi olacağız” deyip, gözyaşları içinde Akif’ten şiir okuyan Başbakan Erdoğan ve polisleri uçak yerine zırhsız araçla Bağdat’a götürmeye kalkışan Dışişleri’nin o dönemki bakanı Abdullah Gül’ün “Türkiye Cumhuriyeti bu hainleri takip edecektir” hikâyeleri...
***
Bu olaydan sekiz gün sonra Endonezya açıklarında önce deprem, ardından tsunami meydana geldi... Tsunami, Phuket ve Maldivler gibi Türkiye sosyetesinin pek sevdiği egzotik tatil cennetlerini de vurmuştu...
Birden dikkat kesildi ülke... Ünlü futbolcu Emre Aşık ve manken sevgilisi, eski futbolcu Suat Kaya’yla eşi ve yine futbolcu Ümit Davala da oradaydı... Gerçi hiçbirine birşey olmamıştı ama kişilikler medyatik olunca Başbakanlık da, Dışişleri Bakanlığı da, spordan sorumlu Devlet Bakanlığı da jet hızıyla devreye girmişti...
Sağolsun dönemin Devlet Bakanı Mehmet Ali Şahin, adı geçen kişilerin durumlarının iyi olduğunu bildirdi ve ülke rahat bir nefes aldı!.. Zaten bir gün sonra Mehmet Ali Şahin, kameralar önünde gülücükler eşliğinde Emre Aşık’la bir telefon görüşmesi yapacak, kendilerini alması için hazırladıkları uçağın yola çıktığını müjdeleyecekti...
Aslında onları geri getirmesi gereken kuruluş seyahat acentasıydı... Ama tatil keyfi kaçan ‘vatandaşlar’ımızın acele dönmek için acentayı bekleyecek hâli yoktu... O halde, görev devletimize düşmüştü!..
THY’ye ait özel uçak Dubai üzerinden Maldivler’in başkentine indiğinde, oraya ve Tayland’ın Phuket adasına zevketmeye gitmiş Türklerin hepsinin döneceği hesaplanmıştı... O yüzden üçyüz kişilik bir uçak gönderilmişti... Ama öyle olmadı... Devlete yaklaşık ikiyüzellibin dolara mâl olan bu operasyon Atatürk Havaalanı’nda son bulduğunda uçaktan inen yolcu sayısı sadece onüçtü...
Tsunamide kendilerine bir şey olmayan, fakat tatlı canları sıkıldığı için ağlamaklı biçimde sordukları “Nerede bu devlet?” sorusuna anında cevap alan bu ‘aycılıklılar’ın kimler olduğuna dönemin ajanslarıyla cevap verelim: Emre Aşık, Ümit Davala, Suat Kaya ile eşi Selen Kaya, manken Aysu Kayacı, Abdulgafur Akay, Ali Ergin Ergen, Cristina Androda Ivanicu, Buket Valla, Oceana Valla, Mirela Mandic, Ayşe Gülsoy ve Abdullah Gülsoy...
***
Ve İnegöllü asker Erhan Yakut... Hakkari’deki saldırıda yaralandı, Ankara’dan memleketine şehirlerarası otobüsle gönderildi... (Bu saatten sonra hiçbir mazeret ve izahın anlamı yoktur)... Hain ve kalleş dolu coğrafyadan geçecek polislerini zırhsız araçlarla yolcu eden, diğer yandan futbolcu, manken sevgilisi ve İstanbul’un lüzumsuz sosyetesi için binlerce kilometre öteye özel uçak yollayan ama yaraları taze gazisine şehirlerarası otobüsü lâyık gören bir devlet olabilir mi? Olursa var kalabilir mi?
Bu düşman güldüren, dost üzen uygulama sahiplerine sormak gerekiyor: Bu kan bu kadar mı ucuz? Bu adaletsizliklerin altına imzanızı kalemle değil, paslı çivilerle mi atıyorsunuz?
Nihal Atsız ‘Topal Asker’ inde bunları anlatmıştı herhalde... Atsız, “Olan işler azıcık dimağını yorsun/ Biliyorum, elbisemle eğleniyorsun/ Biliyorum baldırını o kadar nazla/ Örten bir tek çorap kıymetçe fazla/ Benim bütün elbisemden, hatta kendimden/ Biliyorum, çünkü şu gün bu dünyada ben/ Neyim? Bir hiç, işe yaramaz bir topal/ Sen sağlamsın, senin hakkın, dünyadan zevk al” derken, şahit olageldiğimiz ne kadar çelişki varsa onları resmetmiyor da ne yapıyordu?
***
Adaletsizliğin verdiği acı, hiç şüphe yok ki, terörün verdiği acıdan kat kat fazla... Düşmanca bakışlarla kuşatılmış şu kritik coğrafyada tutunmazı sağlayan o ‘Topal Asker’lerin kanlarıdır... Şehit düşen oğlunun cenaze merasiminde, fakirlikten yırtık ayakkabıları görülmesin diye onları saklamaya çalışan elleri öpülesi bababın mahcubiyetle iç içe girmiş emsalsiz sadakâtidir... Anaların duası ve ‘vatan sağolsun’ temennisini diline değil, yüreğine kazıyan bir millettir...
Bu millet, devletini yönetenlere güvensin, ödediği ve ödeyeceği bedelleri tevekkülle karşılar... Yeter ki, adaletsizliğe uğramasın, sınırsız fedakârlığının istismar edildiği duygusuna kapılmasın... Son yıllardaki görünüm, maalesef aksine işaretlerle dolu...
‘Uçak’ kemiğe dayanmadan tedbir alınmazsa eğer, kemiği neyin kırıp geçtiğini görmek bile nasip olmayabilir bize... O zaman da ‘Topal Asker’ lere değil, futbolcuyla manken sevgilisine ‘sefer görev emri’ çıkarırsınız, “Gelin kurtarın ülkeyi” diye...
Not: 12 Ağğustos 2012 Yeniçağ gazetesi'nden iktibas edilmiştir.
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi