
İnsanlık ölmedi, CHP'de yaşıyor!
Kılıçdaroğlu’na soruyorlar ‘ana dilde savunma’yı... O da cevap veriyor, “İnsanî açıdan bakıyoruz” diye... Yok, ‘bitkisel’ açıdan baksaydın bir de!.. Ne orijinal cevap değil mi?
Aslında ne demek istediği çok iyi anlaşılıyor... Ama topu yuvarlamaya çalışıyor... Sanki siyasetçinin başka seçeneği varmış gibi mugalata yaparak, lafı ‘insanî’ye getirip, gerçek niyete kılıf giydiriyor... Kendisi ‘açlık grevleri’nde de BDP’nin eşbaşkanlarından aşağı kalmamıştı ve hükûmeti cezaevlerinden çıkacak her cenazeden sorumlu ilân etmişti...
Benzer tavrı ‘dokunulmazlık’lar konusunda da görüyoruz... CHP, dokunulmazlıkların ‘kürsü dokunulmazlığı’yla sınırlandırılmasını öne sürüyor ve aksi halde, BDP’lilerin dokunulmazlıklarının kaldırılmasına onay vermeyeceğini ifade ediyor... Bu tutum, başta Başbakan Erdoğan olmak üzere bir çok bakan ve milletvekilinin sıkıştırılması adına doğru bir tavır gibi gözükebilir... Ama bunun pratiğe yansımayacağı aşikârken, bu gerekçeye sığınıp, teröristlerle kucaklaşanların, yargı elinden kurtarılmasını meşru kılar mı?
Burada enteresan olan şu: Henüz milletvekili değilken, Cumhuriyet mitinglerinde “Vatan elden gidiyor, rejim çökmek üzere” sloganlarını kürsülerden atıp, ‘yeniden millî mücadele’ dalgası başlatanların, şimdi CHP rozetiyle girdikleri Meclis’te ana dilde savunma, dokunulmazlıklar ve ‘Dersim’ gibi konularda seslerinin çıkmaması!.. TSK’ya “Meğer kâğıttan kaplanmış” diye hakaret ederken pek cesur görünenlerin, ülkeyi adım adım bölünmeye taşıyan uygulamalar karşısında çıtlarının çıkmaması ilginç!.. O kürsüleri paylaştıkları kimi gazeteciler Ergenekon dâvâsı dolayısıyla yıllardır cezaevinde yatarken, bunların ‘yeni CHP’nin uysal figüranları olmaları gerçekten incelenmeye değer...
Önceki akşam Habertürk’te CHP Milletvekili Rıza Türmen’le röportaj vardı... Hani şu, on yıl boyunca Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde hâkimlik yapan Rıza Türmen... Zafer Arapkirli’nin soruları karşısında söylediklerine kendisi de inanmadığından mı, yoksa konuya ‘insanî’ açıdan yaklaşma konusunda Kılıçdaroğlu kadar mahir olamadığından mı nedir, düzgün cümleler kurmaktan bile aciz kaldı... Arapkirli, dokunulmazlıklar konusunu gündeme getirdikçe Türmen konuyu genelleştirdi ve ‘diğer dokunulmazlıklarla birlikte olmazsa olmaz’ dedi... Türmen, ayrıca suçları ne olursa olsun, mahkeme devam ederken, milletvekillerinin tutuklanmamaları gerektiğini buyurmaya çalıştı... Sunucu bardağın taşmasına sebep olan damla niteliğindeki Hakkari’deki kucaklaşma olayını hatırlatınca, ona verdiği cevap çok ilginçti: “Ben o olayda bir şiddet göremedim!..”
Arapkirli’nin yerinde olsaydım “O olayda şiddet görebilmeniz için ne olması gerekirdi?” diye sorardım... Herhalde o kucaklaşma sırasında BDP’li milletvekillerinin PKK’lıları vurması veya tam tersinin olması gerekiyordu!.. Ya da teröristlerin heybelerine ‘gerekebilir’ diye BDP’li milletvekillerinin üç-beş el bombası koyması lâzımdı!.. Maalesef bu olayda şiddet göremeyen kişi komedyen değil, eski büyükelçi, hâkim, gazeteci ve halen CHP milletvekili...
Gün geçmiyor ki CHP’de benzer falsolar yaşanmasın... Seyit Rıza meselesi bunlardan biriydi... Hem ‘dağdakilerin arkadaşı’, hem de Kılıçdaroğlu’nun akrabası olan Hüseyin Aygün’ün ‘Seyit Rıza’nın iade-i itibarı’için yasa tasarısı gündeme getirdiği anlaşılınca, Aydınlık tarafından bir hücum geldi... Buna sinirlenen Kılıçdaroğlu’nun, “Sahibi eski bir Maocu olan gazeteye CHP’yi dizayn ettirmeyiz” dediği ileri sürüldü... Kılıçdaroğlu’na göre, ‘bunlar eski Maocular, yeni Kemalistler’dir, dolayısıyla bunlara itibar edilmez...
Doğrusu benim açımdan, onların eski Maocu yeni Kemalist olmaları çok da önemli değil... Övmek veya yermek anlamında söylemiyorum bunu... Zaten geçmişteki bazı olayları gündeme taşıdığım için kendileriyle düzeyli bir tartışmamız da olmuştu... Ben aynı noktadayım... Burada üzerinde durmaya çalıştığım şey Kılıçdaroğlu’nun çelişkileri... Çıkıp bir gazeteci kendisine “Siz bunların neyinden rahatsızsınız? Eski Maoculuklarından mı, yoksa yeni Kemalistliklerinden mi?” sorusunu sormadı... Sahi, CHP Genel Başkanı’nı geren faktör, Aydınlıkçıların mâzileri mi, yoksa bugünleri mi? Eğer Seyit Rıza meselesini gündeme taşımamış olsalardı, yine onların ideolojik seyirlerini eleştiri konusu yapacak mıydı?
Şu anda Atatürk’ün koltuğunda oturan zâta göre, ya Maoculuk dönülmez bir dindir, ya da sonradan Atatürkçü olunmaz, Atatürkçü doğulur!.. Kılıçdaroğlu’yla CHP tarih yazıyor, hem ‘soya dayalı’ Atatürkçülüğe katkısıyla, hem de Atatürk’ün emriyle bastırılmaya çalışılan ‘Dersim’fitnesine ruh üfleyen çabasıyla... Genel Başkanlık yoluna çıktığında ‘genel af’fı ilk gündeme getiren kişi olarak ‘işaret fişeği’patlatan Kılıçdaroğlu, ‘eski CHP’ye jübile yaptırdıktan sonra ‘planlı’ yürüyüşüne devam ediyor... Hüseyin Aygün skandalına nasıl göğüs gerdi ve hiçbir disiplin işlemi uygulatmadıysa, Sosyalist Enternasyonal’in ‘Kürt sorunu’nu uluslararası platforma taşıma kararına imza koyma, ana dilde savunma ve dokunulmazlıkların kaldırılması konusunda da ‘istikrar’ını koruyor...
Yanlış anlaşılmasın, her şey ‘insanî insanî’ oluyor.
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi