Başbakan milliyetçilerden neden korkmuyor?
Başbakan Erdoğan Türk milliyetçiliğine de Kürt milliyetçiliğine de karşı olduklarını tekrarladı... Aynı ifadeyi zaman zaman “Biz etnik, bölgesel ve dinî milliyetçiliğe karşıyız” şeklinde kullanmıştı... Bu retorik, Erdoğan’ın milliyetçiliği kavrama biçiminden kaynaklanan ve sadece onunla sınırlı olan bir durum değil... ‘Anti-milliyetçi’dil, AKP sözcülerinin tamamına hâkim olan ‘genel politika’dır... Hem Erdoğan’ın seçim zaferleriyle perçinlenen baskın tavrı, hem de PKK-BDP çizgisine karşı mücadelede ‘adil görünme’ uyanıklığı Türk milliyetçiliğini 'zanlı’ pozisyonuna itmeye yarıyor...
Böylece Türk milliyetçiliği ülkedeki gerilimin ‘diğer kutbu’ muamelesi görürken, sağ olası iktidar, ‘ülkeyi uçlara çekiştirmeye çalışan zararlılar’a karşı ‘merkez’i temsil ediyor!.. Türk milliyetçiliğiyle ayrılıkçı Kürtçülüğü eşitleyen bu anlayışa göre, bu iki hareket de marjinaldir ve kandan beslenmektedir!..
Başbakan ve iktidar sözcüleri ne zaman BDP’ye yüklenecek olsalar yanına mutlaka MHP’yi de eklemeyi kural haline getirdiler... Hüseyin Çelik’in ‘MHP'yi kandan beslenen parti’ ilan etmesi bu çerçevede değerlendirilmesi gereken bir durumdu... MHP üzerinden milliyetçiliğe saldırı bir tarz haline gelecekti ve öyle de oldu... Medyanın önemli bölümü bu sinsiliğe eşlik etti... Açılıma sınırsız destek sağlayan kalemler, milliyetçiliğin kontrol altında tutulması gerektiğinin altını çizerken, Kandil’den bile esirgedikleri eleştirileri, Türk milliyetçiliği söz konusu olduğunda hiç esirgemediler...
Halen cezaevinde yatan Mehmet Ağar’ın Yenişafak’a verdiği röportajda “Bir uçtan BDP, diğer uçtan MHP çekiştiriyor” türünden suçlamalar yöneltmesi anlamlıydı elbette!.. Bir adım sonrasında Türk milliyetçiliğini terörün ve ‘ötekileştirme’nin sorumlularından birisi ilan edebilecek kanaat yayıldıkça yayılıyor... Bu insaftan ve ahlâktan mahrum anlayış her geçen gün mesafe alırken, muhatap hatta bir anlamda ‘mağdur’ kurumların bu ‘aşağılanma ve BDP’yle eşitlenme’ riskine karşı ne gibi tedbir geliştirdikleri bilinmiyor... Bu tepkisizlik de acaba sürecin bir parçası mıdır, o da ağır bir muamma...
Geçtiğimiz günlerde TV8’deki Erkan Tan’ın programına katılan AKP milletvekili Şamil Tayyar, terörün durması halinde MHP’nin baraj altında kalacağını, BDP’nin de yüzde 1’lere gerileyeceğini öne sürdü... Patronuyla aynı taktiği yürüttü, BDP’yi vuracağı zaman MHP’yi de hedef tahtasına koydu ve ‘terörden beslenen parti’ imajına katkıda bulundu... Şamil’i üniversiteden tanırım... Biz onu ‘Şıh Şamil’ olarak tanıdığımızda ‘eski ülkücü’ ydü... İsminin ‘Şıh’ bölümünü ne yaptı, neden kullanmıyor bilmiyorum... Ama onun da bu milliyetçilikle Kürtçülüğü aynı çerçevede husumet hedefi haline getiren siyasî değirmene su taşıması, yürütülmekte olan genel politikanın nasıl geniş bir yelpazeyi etkisi altına aldığını belgeliyor... Ne yazık ki, devletin kurucu felsefesi, beraberliğimizin düşmanı, ayrılıkların körükleyicisi, kötülüklerin sembolü, ‘olağan şüpheli’ kimliğine savruluyor... Ülkeyi yönetenler ve danışmanları 70’li ve 80’li yıllardan beslenmiş, milliyetçiliğe düşman karakterli zihnî altyapılarıyla, buldukları fırsatı hoyratça kullanabilecekleri bir vasata kavuştular ve bunu acımasızca değerlendiriyorlar... Şu çelişkiye bakın ki, ülkenin en büyük seçmen kitlesi olan milliyetçiler, ülke yönetimine etkisi anlamında, en zayıf kitleyi oluşturuyorlar... Sayıca kendilerinin çok çok altında olan liberaller, ‘İslâmcılar’ ve Kürtçüler yöneten irade üzerinde bu denli etkiye sahipken, milliyetçilerin hiç bir ağırlığının olmaması acı bir gerçek... İktidar, on yılda, başta bölücüler olmak olarak, yelpazenin diğer unsurlarını da tatmin etmeye ve onların taleplerini yerine getirmeye yönelik yüzlerce kanun çıkardı, kendince ‘devrim’ çapında adımlar attı... Peki, son on yılda milliyetçilerin endişelerini izole edebilecek, onların taleplerine karşılık gelecek herhangi bir kanunun çıktığını hatırlayan var mı?
Sayıca en büyük kitleyi oluştursa da, ‘siyasî yelpazenin kontrol altında tutulması gereken üvey evladı’ milliyetçilerin bu orantısız etkisizliğinin kaynağı ne olabilir? Neden milliyetçilik ‘ciddiye alınmaya değmez’ bir konuma sürüklenmiştir? Aslında iktidarların milliyetçileri ciddiye alması, onların ideolojisini sevip sevmemesiyle ilgili değil, siyaseten tehdit potansiyeli taşıyıp taşımamasıyla ilgilidir ve yukarıdaki soruların cevabı da burada aranmalıdır... Milliyetçi muhalefetin cılızlığı, içine kapanması, yapı dışındaki milliyetçileri cezbedecek politika üretememesi, haklı olmasına rağmen pasifliği dolayısıyla sürekli savunma pozisyonunda kalması başlıca gerekçeler arasında sayılabilir...
Açıkçası Erdoğan, siyaseten milliyetçilerden korkmuyor... Bu onun cesaretinden değil, milliyetçiliğin bugün içinde debelendiği acı gerçekten kaynaklanıyor... Herhangi bir olay karşısında milliyetçilerin ne tepki vereceği umurunda değil... Çünkü tepki veremeyeceklerini biliyor... O yüzden BDP’lileri eleştirirken ‘adaletli’ olduğunu ispatlamak için, dönüp dönüp Türk milliyetçiliğine saldırıyor...
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi