Biz hırsızın bile 'imanlı'sını severiz!
Lüleburgaz’da ezan sesini duyar duymaz “Allah’ım sen bana yardım et” şeklinde duaya koyulan hırsız gerçekten göğsümüzü kabarttı!.. Hırsızımızın bile kâmil iman sahibi olması elbette bizim farkımızı ortaya koydu!.. Sağolsun marketin güvenlik kameraları sayesinde hepimizin tanımaktan mutlu olduğu bu ‘dinibütün’ hırsızlarımızın yakalanmamak için Allah’a sığınmaları ve otuzbin liralık sigarayı iç ederken, sergiledikleri başarılı performansa imanı da eklemeleri, gelecek kuşak hırsızlarımız için örnek teşkil etti!.
Hırsızların ‘dindar’lığından söz etmişken, Yenişafak’tan Yusuf Kaplan’ın “Bir Asalaklar Tarihi: Hırsızlık, Yolsuzluk ve Komisyonculuk” başlıklı yazısından bahsetmezsek olmaz... Söz konusu yazıda, yakın tarihimizin hırsızlık, yolsuzluk ve komisyonculuk açısından üç evreden geçen bir asalaklar tarihi olduğunu iddia eden Yusuf Kaplan’a göre bu evreler şöyle sıralanıyor: Birinci evre sol-seküler asalakların, ikinci evre sağ-seküler asalakların, son çeyrek asırlık evre ise ‘dinci’ asalakların ‘tepe tepe yiyicilik’ tarihidir...
Bize, bu tesbite saygı duymak düşer!.. Siyasî iktidarla bu kadar iç içe bir yayın organında yer alan bir yazıda ‘son çeyrek tepe tepe yiyen dincilerin tarihidir’ deniliyorsa, buna karşı çıkmak bizim ne haddimize!.. Fiziken yakın olan onlar, mânen yakın olan onlar, siyaseten yakın olan onlar... O halde, onların saygın bir yazarı bilmeyecek de biz mi bileceğiz son çeyreğin ne tarihi olduğunu?
Makalesinde bir müslümanın, Allah inancı, ahiret inancı, hesap inancı olduğunu söyleyen bir müminin, hırsızlık, yolsuzluk ve komisyonculuk yapmasını, haramı tabiî bir şey hâline getirmesini, kul hakkına tecavüz etmesini normal, meşru bir şeymiş gibi görmesini, aşağılık bir mahlûkât gibi yaşayıp gitmesini, sonra da müslüman olduğunu söylemesini, daha da kötüsü İslâmî duyarlıklara ve duyargalara sahip olduğunu söylemeye kalkışmasını aslâ ve kat’â anlamadığını söyleyen Yusuf Kaplan, zannediyorum Lüleburgaz’daki ‘dinibütün’ hırsızları kastetmiyordur!..
Aslında -moda tâbirle- empati yapmak lâzım... Waldo’yla yapmıştık meselâ... Para iktidar mücadelesindeki en büyük güç... Madem, para en önemli silah, öylese bu silah ‘iyi’nin elinde olmalıdır... Peki ‘iyi’ kim? Tabii ki, Nasrettin Hoca’nın ‘haspa’sı gibi yakışanlar, yani ‘bizimkiler’, yani ‘kalvinist’ din kardeşlerimizin seçkin olanları!.. Konuya bu hayatî açıdan yaklaştığınızda helâl-haram birbirine giriyor, her şey meşrulaşıyor zaten!.. ‘Allah’ın dinini yok saymak’ eşitlenmiş ‘yetim hakkı yemek’ meselesi her ne kadar kafaları karıştırıyor gibi görünse de, bunu ‘dinî mücahedenin gereği’ gibi kabullendiğinizde başınızı her gece yastığa huzur içinde koyabiliyorsunuz!..
Eskiden ‘dünya ahiretin tarlası’ydı... Şimdi ise sahip olunan bir kurum, mesela bir belediye, ‘hem dünyanın hem de ahiretin tarlası’ olabiliyor!... Hem nasıl tarla, verdikçe veriyor!.. Hâl böyleyken Yenişafak’ın yazarı kimi görüyor da dertlenip, “Aklım havsalam almıyor müslümanın hırsızlığını, yolsuzluğunu ve komisyonculuğunu” diyerek isyan ediyor?
Hadislerde tarif edilen mümin şahsiyet özelliklerinin hepsinin hızla hayatımızdan çekip gittiğini söyleyen Kaplan, “Bedel ödeyemeyen, İslâm’a dolaysız, dolayımsız inanmayan, bu uğurda her türlü imtihanı göğüsleyemeyen; meşakkatli, zahmetli, uzun bir yola çıkmaya hüküm giyme cesareti gösteremeyen, aksine, harama kolaylıkla alışabilen, hırsızlığı, yolsuzluğu, komisyonculuğu kolaylıkla içselleştirebilen yığınlar, asalaktır ve her türlü felâkete müstehaktır” derken hangi yığınları ve hangi muktedir iradeyi işaret ediyor olabilir?
İslamî camiada Mehmet Şevket Eygi’nin bu tür çıkışlarına alışılmıştı ve biraz da bu çıkışlar onun siyasî iktidara muhalifliğiyle ilişkilendirilmişti... Şimdi ondan çok daha ağırını siyasî iktidarla iç içe olan bir gazetenin yazarı kaleme alıyor... Yazının başında ifade etmiştim, arada bu kadar yakınlık ve dolayısıyla sağlıklı gözleme gücü varken, bize düşen bu tesbitlere, yani ‘dinci asalakların tepe tepe yiyicilik tarihi’ olarak nitelenen üçünçü evre tezine saygı duymaktır!..
***
Eğer Lüleburgaz’da marketi soyan hırsızlar yakalanırlar ve ceza alırlarsa gerçekten yazık olur!.. Onlar artık mesleklerinin gereklerini yerine getiren ve gelecek kuşaklara örnek olacak birer ‘çağdaş’ semboldür... Nasıl tarih boyunca meydana gelen her sanat eseri, üretildiği devrin özelliklerini yansıtmışsa, o hırsızların meslekî titizlik ve duyarlılıkları, bu devrin özelliklerini tarihe kaydetmek açısından örnek teşkil etmiştir... Artık onlar sadece ihlâsla sürdürdükleri mesleklerinde başarılı birer model değil, aynı zamanda yaşadığımız devrin siyasî özetidirler...
“Bu memlekete komünizm gelecekse, onu da biz getiririz”e inat, “Bu memlekette hırsızlık, yolsuzluk ve komisyonculuk yapılacaksa onu da biz yaparız” değil mi?
Daha önce nasıl hak vermiştik Waldo’ya: Parayı tekelde toplamaya çalışıyorsun ya... Haksız da sayılmazsın hani... Sermayeyi tekelde toplamazsak, dünya devleriyle küresel rekabette nasıl başarılı olabiliriz ki? Dünya devleriyle esaslı bir rekabet için, memleket menfaati için sermayeyi tekelde, ama mutlaka sizin tekelinizde toplamalıyız!..
O halde size her şey serbest!..
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi