Telvin Hüsn-ü Hat Sahaf Şiir
Anasayfa > Servet Avcı > Yoksa bu askerler esir mi?

Yoksa bu askerler esir mi?



Yeryüzünde ‘Türk’ ismi hâlâ dipdiriyse, bunda en büyük pay Türk’ün  ‘askerlik sanatı’ndaki ustalığınındır... Hun İmparatorluğu doğu sınırlarını Japon Denizi’ne dayarken de, binlerce yıl önce dağınık boylar halinde yaşayaş topluluklar  ‘Türk’ adı altında toplanırken de, Göktürk Devleti kurulurken de, İstanbul fethedilirken de gerçek buydu... Medeniyet oluşturma gücümüz, kültürel birikimimiz, yönetim anlayışımız, toprak yönetimimiz, mimarî tarzımız vs. gibi Türk adına tarihte ne varsa, askerlik sanatımızın arkasından gelmiştir... Askerlikteki ihtişamımız olmasa, ne bu coğrafyada kalabilir, ne medeniyet inşa edebilir, ne de medeniyetlerimizi uzun süre koruyabilirdik... Denizi pek tanımayan bir kavmin, Marmara ‘ya ilk temasından ikiyüz yıl sonra, Cebelitarık ‘a kadar bütün ‘Akdeniz’i kendine göl etmesi’ o sınır tanımaz askerlik dehasının ürünüydü...
Türk, âdeta asker ocağında doğdu ve ona ‘ordu-millet’ dendi... Gumilev’in ‘Hazar Çevresinde Bin Yıl’da vurguladığı gibi “Türklerde askerlik özel bir meslek değildi. ‘Savaşçı’ ve ‘halk ‘Türkler için aynı şeyi ifade ederdi”...
Gerçek ‘celb’ini doğumla, ‘tezkere’sini de ancak ölümle alan Türk ‘ün devlet kimyası içindeki en etkin maddesi hep  ‘askerlik gücü’ oldu... O etkin madde şimdi tartışma konusu... Endişeliyiz, çünkü o etkin madde kaybedildiğinde kimyamız da anlamsızlaşacak... 
Bazılarının yaptıkları fahiş hatalara rağmen, biliyoruz ki, bu mukaddes çatı, bu zorlu coğrafyada, tutunabilmek adına en önemli gücümüz...  ‘O’nu korumanın, daha güçlü ve daha caydırıcı kılmanın önemine inanıyoruz...  ‘O’ olmazsa  ‘biz’im de olmamız mümkün değil... O halde ‘biz’i hesaplıyorsak bile önce ‘o’nu düşünmeliyiz...
Şunu önermiştim: Nasıl ‘halkı askerlikten soğutma’ gibi bir suç varsa,  ‘askerliği halktan soğutma’ gibi de bir suç olmalıdır... Çünkü bir yıpranma söz konusuydu ve bu yıpratıcı ayaklardan birisi, devleti terörle mücadelede zayıf düşürmek ve milletle askeri arasına güven bunalımı sokmak isteyen mihraklardı... Diğeri ise, milletin değerlerini ‘tehdit’ gibi gören, hatta Milli Güvenlik Siyaset Belgesi ‘ne Türk milliyetçiliğini de  ‘tehdit’ olarak sokan  kimi TSK yöneticileriydi... 
İrtica bahanesiyle çoğu haksız ihraçlar, başörtülü annelerin çocuklarının yemin törenlerine alınmaması, yaşlı ana-babaların sakallı ve başörtülü oldukları gerekçesiyle çocuklarının orduevlerindeki düğünlerine girememeleri, 28 Şubat ‘ta zirveye çıkan cuntacılık ve bu cuntanın yol açtığı ağır ekonomik enkaz  ‘milletine güvenmeyen ordu-ordusundan korkan millet’ algısı yaratmak isteyenlere hizmet etti... Sonuçta ‘elbirliği’yle TSK,  ‘en güvenilir’ kurum imajında maalesef kayıplar yaşadı...
Bugün de bir başka erozyona şahit oluyoruz... Sıkıyönetimi aratmayacak tarzda, uzun süreli tutukluluklar ve toplu cezalandırmaya yönelik uygulamalar artık  ‘adalet’le izah edilemeyecek boyuta ulaştı... Şimdiye kadar varsa suçlu tesbit edilip, çoktan cezaları verilmeli, ayrıca emir-komuta zinciri içerisinde görevi gereği yapması gerekenleri yapanlar ayırt edilmeliydi... 
‘Toplu cezalandırma’ arayışı haklı olarak ‘kurumsal düşmanlık’ yorumuna yol açıyor... İşte tehlike de burada... Çünkü bu kurum, milletin kurumu değil, doğrudan kendisidir ve en önemli yapı taşımız olarak kalmak durumundadır... 
Bu arada yıllardır ülke gündemini meşgul eden bu konunun Başbakan Erdoğan tarafından da farkedilmiş olması önemli!..  Sanki bugüne kadar ülkeyi başkası yönetmiş de dünyanın en büyük kozmik sırrını yeni öğrenmişçesine sıkıntıyı dile getirmesi 
ilginç...
Artık hiçbir şeye şaşırmamayı öğrendik... Bu tutuklulara ‘esir’ muamelesi yapılır ve ‘takas’ta kullanılmaya kalkılırsa ona da şaşırmayacağız!.. Çünkü duman geliyor, yakında görüntü de gelebilir!..

Yorumlar

Güvenlik Kodu

vahiy  insan  şehir  revelation  ahlâk  etik  ethica  nüzhet yalan estetik  metafizik  ebrah doğu  batı  fıtrat  creation  yaratılış  iyilik  kötülük  dürüstlük  eşref-i mahlûkat  kişilik  asâlet  cesâret  vefâ  sadâkat  ihânet  yalan  immoralist  mitoloji  belh’um adâl  aere perennius  antere  genetik  şuur  terbiye  muâşeret  muâşaka  muvâsalat  firâk  zarâfet  letâfet  ferâset  panteon   rolyef  fresk  heykel  portre  gravür   ideal  ülkü  ülkücü   kerbelâ  aşk keşke  cennet  cehennem  araf  âdem  havva  hâbil  kâbil  elma  haz  hayâ  hicap  gurur  hürriyet  adâlet  musâvat  agnostic  akıl  dacret  locig  analytical  antiq  aristokrasi  kûrûn-i vustâ  giyotin  hakikat  hikmet  paradox  dialectic  tenkit  stoa  akademia  logos  logos spermaticos  felâsife  gelenek  hermeneutic  semantic  hint  upanişad  mutezile  ihvân-ı safa  ilk neden   iskenderiye okulu  medinetü’l fâzıla   hürriyet  kölelik  rönesans  ütopya  rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed  kur’ân  endülüs ibn-i rüşd  aristotales  şeyh gâlip  farâbi  platon  sokrat   marcus aurelius  galile  mimar sinan  kirkedard  farabi  ibn-i sina   ibn-i hâldun  kafka  taşköprülüzâde  gazâli  musa cârullah  şemseddin sâmi frasheri  bergson  enver paşa  muhammed ikbal  hayyam  mehmet âkif  yâkup cemil  şems  ibn-i haldun  mevlâna  ali şeriâti  fuzulî  ebu’l âlâ el maarrî  ahmet mithat efendi  cemil meriç  nâmık kemal  ahmed hamdi tanpınar  kemal tahir  yahya kemal  cahid zarifoğlu  dostoyevski  tolstoy  knut hamsun  nietzsche  oğuz atay gogol  albert camus  descartes  herman hesse  puşkin  halil cibran  kaşgarlı mahmut  tevfik fikret  cenap şehabettin  neyzen tevfik  motzart  bach  mahler  tarkovski  suç ve  cezâ   anna karenina  madonna  prag  istanbul  çocuk kalbi  sn. petersburg  soljenitsin  marks  kant  heraklit  hegel  el-hamra  endülüs  kâmus u türkî  redhouse  wagner  kâmus u okyanus  lugat-i fransevî  iliria shqip  meydan larusse  şakâyık-ı nûmâniye  mevzuâtü’l ulûm  abdülkadir merâgi  ıtrî  muhammed esed  michelangelo van gogh  cezanne  rembrand  monet  hoca ali rıza  ulysess gaze  eleni karaindrou  sezen aksu  golha  farid farjad  osman hamdi

Tasarım : ATS