Kendi derdine hapsedilen milliyetçilik
Ülke, tarihinin en büyük dönüşümünü yaşıyormuş... Çok değil, iki yıl sonra bambaşka bir rejime uyanacakmışız... ‘Türksüz bir anayasa’yla, milliyet duygusunun aşağılandığı ‘nötr’ bir rejimle yönetilecekmişiz... Yüz yıllık bölücülük, ‘şakilik’ten kurtulup, ‘ortak’ apoletine kavuşacakmış... Diğer partilerin ağırlığının kesinlikle kalmayacağı ‘ikili yapı’ya doğru adımlar sıklaşıyormuş... Mahallî seçimler öncesinde bu operasyonlar partiye zarar verirmiş...
Kimin umurunda? Bu kara tabloya rağmen ‘o kafa’nın derdine bakın: Kurultayda muhalif adayı destekleyen teşkilatların kapısına bir paragraflık ‘utanç metni’yle kilit vurmak!..
İktidar sahipleri ellerini ovuşturuyolardır... ‘Ülkeyi dönüştürme’ projesinde CHP Kılıçdaroğlu’yla birlikte zaten ‘gizli ortak’ hâline gelmişti... CHP’nin işlevi, ‘açılımın sağlığını ve hızını denetlemek’ti âdeta... Parlamento’da geriye bir tek MHP kalmıştı... O ise bambaşka bir gündemle meşgul... “Bozkurt gibi direneceğiz” edebiyatıyla, sadece salı günleri grup toplantılarında yükselen sesin ne gibi ‘direniş faaliyeti’ göstereceği yıllardır merakla beklenirken gerçek ortaya çıkıyor: Milliyetçilerin partisi, ülke alacakuşağında ilerlerken, iç meselelere hapsediliyor, bütün enerjisini içe harcamak zorunda bırakılıyor...
Oysa gün, ‘kırgınlıkları bitirme’ günüydü... Birbirine sarılarak, yeniden ayağa kalkma ve aşağılık maceralara sürüklenen ülkeye sahip çıkma günüydü... Bırakın kapıları kapatmayı, kapalı kapılar aceleyle kırılmalı, sadece kapılar değil, kapalı gönüller açılmalıydı... Solcu, liberal, İslâmcı, bölücü bir araya gelirken, birbirinden başka kimsesi kalmamış Türk milliyetçilerinin arasına sokulu nifak duvarları yerle bir edilerek, ülkenin mukadderatına sahip çıkacak dev adımlar atılmalıydı...
Kime anlatacaksınız bunları? Başkası doymaz, kapı üstüne yeni kapılar açarken, ‘kardeş’lerinin kapılarına kilit asanlara mı? Parti içi siyasî hırsı bir türlü bitmek bilmeyen ve bu gözü kararmışlık içinde, ülke gerçeğinden tamamen koparak, o küçük mevzileri korumaya odaklı ‘güdümlü partici’ye mi? Kurultayı ilkel bir ‘kan dâvâsı’na çeviren ve bütün mesaisini ‘intikam’a ayıran ‘o kafa’ya mı?
‘Küçüle küçüle büyümek’ diye bir strateji hayata geçirilmiş, belki ondan bütün hedefler küçültülmüştür!.. Belki ondan ‘kızılelma’ artık ‘koltuğu korumak’tan ibarettir... Belki ondan, ‘parti içindeki fitnenin başı’nı ezmek, ‘Türkiye’deki fitnenin başı’nı ezmekten daha elzemdir!.. ‘Fikirde hür, emirde robot’ safsatası hâlâ tedavülde olsaydı, bütün bu yapılanları bir şekilde yedirmek mümkün olabilirdi!..
‘Parti içinde üniter yapı’yı sürekli darbeleyenler, ‘ülkenin üniter yapısı’nı nasıl koruyacaklar veya nasıl ‘inandırıcı’ olacaklar? Kendi partilerini, hainler, sadıklar, bozkurtlar, tilkiler, küskünler, muhalifler şeklinde böle böle parçalı hâle getirenler, ülkenin birlik ve beraberliğiyle ilgili hangi projeyi millete kabul ettirebilirler?
Yazık, çok yazık!.. Burası Danimarka’nın Grönland adası değil, Türkiye; etrafı ve içi düşman kaynıyor... Bu kara günlerde, sıkılı yumruk gibi ‘bir’ olması gereken milliyetçiler iç meselelerden kafa kaldıramaz bir ‘blokaj’ altında!.. Açılımcıların yolundaki irili ufaklı taşlar bir bir temizlenirken, ‘direncin potansiyel temsilcisi’ kendi derdine hapsedilmiş!..
Çok değil, her şey planlandığı gibi giderse iki-üç yıl içinde olaşacak yeni ‘siyasî düzen’ partileri ‘anlamsız’ kimliğe savurabilir, siyasî kadastro değişebilir... Cumhurbaşkanlığı seçimleri ‘ikili’ yapıya yol açacak fay hattını harekete geçirebilir...
Bütün bunları öngörmek gerektiğini kime anlatacağız? Kimin algılayıcıları sözde parti içi muhalif tehdide değil de, yaklaşan bu ayak seslerine daha duyarlı?
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi