Telvin Hüsn-ü Hat Sahaf Şiir
Anasayfa > Servet Avcı > Aslan gücünden düşse, karınca oyar gözün

Aslan gücünden düşse, karınca oyar gözün



Tarih, bu millete şu gerçeği acı tecrübelerle öğretti: Tutunacaksanız, güçlü kalmak zorundasınız... Elbette güç, sadece ‘silahlarınızın vuruculuğu’ veya ‘ordunuzun  caydırıcılığı’ demek değil...
Nazarların odaklandığı bir coğrafyada, ihanetlerden sonra ancak kurtarılabilmiş bu topraklarda, tecrübeyi kuşanmış, ‘millî bağ’ın hayatiyetine inanan, Türklüğü sadece ’etnik kimlik’ olarak değil, en rasyonel ‘siyasî kimlik’ olarak benimseyen bir yönetim anlayışından başka seçeneğimiz yok... 
Türk’ün bu coğrafyada ‘sendeleme’ hakkı bile olamaz... Biliyoruz ki, memleket memleket küçülürken, tarihî kinlerini ustalıkla saklamış ne kadar kavim varsa hınçla vurdular Türk’e... Dünün ‘efendi’si mübadil tekneleriyle Anadolu’ya yollanır, çoğu yollarda dökülürken, Türk’ün bundan sonraki hayata dair ’referans’ı yazılmıştı adeta; uyuklamak haramdı bize..
Bir Kerkük hoyratının “O yar gözün/ Kim gördü o yar gözün/ Aslan gücünden düşse/ Karınca oyar gözün” dizelerinde ifade edildiği gibi dün adaletle hükmettiği topraklarda gücünden düşer düşmez aslanın gözünü karıncalar oydu... İyileşip ayağa kalktığında artık zehir tadında bir tecrübesi vardı... Devletin ve soyun bekâsını bu tecrübeyle örmek mecburiyetindeydi... 
Bugün belki de en büyük zaafımız, bu tecrübeden nasipsiz bir yönetime mahkûm olmamız... ‘Devlet gücü’nü ‘etnik bölücülük’le becayiş ederek, kendisine yeni bir siyaset kulvarı açmayı düşünen ve bu uğurda hiçbir devlet sorumluluğu hissetmeyen iradenin elinde tarihî bir kumar oynuyoruz... 
Dünün ‘Artık gâvura gâvur denmeyecek’ algı düzeyinden, bugün ‘Artık teröriste terörist denmeyecek’ derecesine doğru evriliyoruz!.. ‘İhanet, kapıyı aralanmış görmesin, derhal ardına kadar açar’ pratiğinden habersiz biçimde yol alıyoruz... 
‘Ateşle imtihan’da o ateşin hangi tarafında oldukları belirsiz tipler, basma kalıp cümlelerle, budala gibi davranmamızın önemini şöyle vurguluyorlar: “Osmanlı da, çok uluslu bir yapıydı, ama hoşgörü içinde asırlarca insanları bir arada yaşattı!..” 
Milletin zekâsıyla dalga geçer gibi söylüyorlar bu narkotik cümleleri... Osmanlı’nın adaletini besleyen o gücü olmasaydı, yüzyıllarca hüküm sürebilir miydi? Geçelim hepsini, Bulgar çetelerinin önünden Çatalca’ya kadar ricat eden düzenli ordu da bizim değil miydi? O ’adaletin hatırı’Osmanlı’yı niye kurtaramamıştı? Güçten düştüğünüzde, 
otoriteniz sarsıldığında sizi neyi beklediğine dair bunlardan daha çarpıcı örnekler bulunabilir miydi?
Bu gevşekliğin nasıl bir domino etkisi meydana getirdiğine dair küçük bir örnek verelim... Dünkü Milliyet’te Fener Rum Patriği Bartholomeos’la röportaj var... Kürtçülerin  “Devlete diz çöktürdük. Bakmayın Erdoğan’ın afra tafrasına, süreci yöneten ve şartları koyan biziz, İmralı’ya kimin gideceğine biz karar veririz, bundan sonra da nerede gerilla görürsek sarılıp bağrımıza basacağız” sözlerinin olgunlukla karşılandığını,  “PKK’ya terörist örgüt diyemezsiniz” diyen ‘namert’ gazeteci ve artistlere dokunulmadığını gördükçe onun da dili değişmeye başladı... Patrik, Heybeliada Ruhban Okulu’yla ilgili “Nerede bizim okulumuz, nerede insan hakları” şeklinde geçmişten farklı bir üsluba bürünmüş... Zincirleme etki bu olsa gerek... 
‘Gevşeklik’ kurumsal nitelik kazanıp, devletin tepesinde ‘hâkim ideoloji’ olarak hüküm sürdükçe bu ve benzeri tabloları görmeye hazır olalım... Çünkü bu mevsim, bulaşıcı virüslerin azdığı, ‘bastırılmış’ duygu ve taleplerin açığa çıktığı mevsim... 
Aslanın gücünden düştüğünü hisseden karıncalar yine işbaşında... Millî karakterden ve tarihî tecrübeden arındırılmış bir başkent siyaseti, bu topraklarda Türk’ün varlığını ve istikbalini riske atıyor... Bunun başka adı yok...


 

Yorumlar

Güvenlik Kodu

vahiy  insan  şehir  revelation  ahlâk  etik  ethica  nüzhet yalan estetik  metafizik  ebrah doğu  batı  fıtrat  creation  yaratılış  iyilik  kötülük  dürüstlük  eşref-i mahlûkat  kişilik  asâlet  cesâret  vefâ  sadâkat  ihânet  yalan  immoralist  mitoloji  belh’um adâl  aere perennius  antere  genetik  şuur  terbiye  muâşeret  muâşaka  muvâsalat  firâk  zarâfet  letâfet  ferâset  panteon   rolyef  fresk  heykel  portre  gravür   ideal  ülkü  ülkücü   kerbelâ  aşk keşke  cennet  cehennem  araf  âdem  havva  hâbil  kâbil  elma  haz  hayâ  hicap  gurur  hürriyet  adâlet  musâvat  agnostic  akıl  dacret  locig  analytical  antiq  aristokrasi  kûrûn-i vustâ  giyotin  hakikat  hikmet  paradox  dialectic  tenkit  stoa  akademia  logos  logos spermaticos  felâsife  gelenek  hermeneutic  semantic  hint  upanişad  mutezile  ihvân-ı safa  ilk neden   iskenderiye okulu  medinetü’l fâzıla   hürriyet  kölelik  rönesans  ütopya  rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed  kur’ân  endülüs ibn-i rüşd  aristotales  şeyh gâlip  farâbi  platon  sokrat   marcus aurelius  galile  mimar sinan  kirkedard  farabi  ibn-i sina   ibn-i hâldun  kafka  taşköprülüzâde  gazâli  musa cârullah  şemseddin sâmi frasheri  bergson  enver paşa  muhammed ikbal  hayyam  mehmet âkif  yâkup cemil  şems  ibn-i haldun  mevlâna  ali şeriâti  fuzulî  ebu’l âlâ el maarrî  ahmet mithat efendi  cemil meriç  nâmık kemal  ahmed hamdi tanpınar  kemal tahir  yahya kemal  cahid zarifoğlu  dostoyevski  tolstoy  knut hamsun  nietzsche  oğuz atay gogol  albert camus  descartes  herman hesse  puşkin  halil cibran  kaşgarlı mahmut  tevfik fikret  cenap şehabettin  neyzen tevfik  motzart  bach  mahler  tarkovski  suç ve  cezâ   anna karenina  madonna  prag  istanbul  çocuk kalbi  sn. petersburg  soljenitsin  marks  kant  heraklit  hegel  el-hamra  endülüs  kâmus u türkî  redhouse  wagner  kâmus u okyanus  lugat-i fransevî  iliria shqip  meydan larusse  şakâyık-ı nûmâniye  mevzuâtü’l ulûm  abdülkadir merâgi  ıtrî  muhammed esed  michelangelo van gogh  cezanne  rembrand  monet  hoca ali rıza  ulysess gaze  eleni karaindrou  sezen aksu  golha  farid farjad  osman hamdi

Tasarım : ATS