Milletin vekillerine açık mektup
PKK, 30 yıldır ciğerlerinde biriktirip mürekkep yaptığı bebek kanıyla yeni bir anayasa yazıyor... Bu kahredici süreçten dolayı herhangi bir rahatsızlığınız var mı? Varsa neler yapıyorsunuz? Milletin vekili olarak, millet adına bu sürece müdahil olamamak zorunuza gitmiyor mu?
‘Görüşen şerefsizdir’den mutlu-mesut müzakere ortamına geçildi... Pazarlıklar, havada uçuşan mektuplar, jestler birbirini takip ediyor... Bütün bu olup bitenlerle ilgili görüşünüzü soran var mı? Yoksa olayları medyadan mı takip ediyorsunuz?
Erzurum-Yavi, Hakkari-Ortabağ-İkiyaka, Mardin-Pınarcık-Behmenin, Bitlis-Cevizdalı-Kavakbaşı, Erzincan-Başbağlar, Silvan-Yolaç, Şırnak-Çevrimli ve niceleri sizlere bir şeyler hatırlatıyor mu?
Kamyonet kasasında giden tabut, çarşı ortasında sahipsiz bir şekilde yatan uzman çavuş cesetleri, bayrağa sarılı tabutlar arasında dolaşırken üşümüş dudaklarıyla titreye titreye “Hangisi benim babam?” diyen çocuk, cenaze töreninde yırtık ayakkabıları görünmesin diye gizlemeye çalışan şehit babası, bir mezar taşından başka sarılacak kimsesi kalmamış ana, bayrağa namusu gibi sahip çıktığı için katledilen savunmasız öğretmen sizce neyi ifade ediyor?
Milletin huzurundan bir şekilde yırtmak mümkün de, ‘intikamına memuriyet’le yükümlü olduğunuz ‘muntakîm’ Allah’ın huzurunda, Silvan’ın Yolaç köyünde camide namaz kılanları topluca katledenlerin bugünkü pozisyonunu izah pek de kolay olmayacak değil mi? Yoksa “Ben bilmem, merkez bilir” cevabıyla sıyrılacağınızı mı hesaplıyorsunuz?
Fırat kenarında kaybolan, kırılan, ezilen kuzuların hesabını kim soracaktı? Mavi Çarşı’da, Çetinkaya’da, Mısır Çarşısı’nda, bayramlık alışverişinde, düğün dönüşünde, dershane çıkışında katledilenlerin dâvâsını kim sürecekti?
Hayatları boyunca leş sürenler bugün kirli bir tarih yazıyorlar... Çünkü yüz buldular ve “İşbirliğine hazırım” çukurundan ‘anayasa yazıcılığı’na yükseldiler... Bir ‘kan içici’nin on yılda rütbelerine rütbe eklemesi karşısında bir burukluk hissediyor musunuz? Ya da “Yere batsın makamı mevkisi, bir daha aday listesine konulmak da umurumda değil” diyerek, parti içi ‘otorite’ye isyan etmeyi ve ‘yastığa huzur içinde konulacak baş’ın, ‘her yerde eğilecek baş’tan daha üstün olduğunu düşünüyor musunuz?
Adı konulmamış bebeklerin acısı boğazlarınızı düğümlemiyor mu? Çivili patlayıcılarla duvarlara mıhlanan Almıla rüyalarınıza girmiyor mu? Otobüse molotof atılarak yakıldığında kömürleşen 16’lık Serap’ın bedeni değil de, vicdanlarımız mıydı yoksa? ‘Gazi Meclis’in omuzlarınıza yüklediği mukaddes yükün farkını hissetmiyor musunuz?
Lidere itaat, grup kararı vs. gibi gerekçeler, otuz yıldır adaletle tatmin edilmeyi bekleyen vicdanların karşısında beş para etmezler... Bu makamlar da geçecek, bugünler de... Hepimiz kendimize şahitlik edecek izler bırakacağız geride... ‘Vicdan’la ‘parti’, ‘adalet’le ‘lider otoritesi’, ‘mazlumun âhı’yla ‘teslimiyet’, ‘şeref’ ve ‘İmralı iradesi’ arasındaki tercihimizden dolayı mutlaka yargılanacağız... Hiç bir dokunulmazlığın olmadığı o zeminde ensemize yapışacak ‘yaptıklarımız’ ve ‘yapmadıklarımız’...
Henüz her şey bitmiş değil... Bebek katillerini ‘egemen ortak’ statüsüne yükseltecek bu sürece direnmek için hâlâ vaktiniz var... “Milletin ağırlığı ne ki, vekilin ağırlığı ne olsun” teslimiyeti içinde değilseniz, bu kirli tarihe parmaklarınızla değil, yüreklerinizle ‘hayır’ deyin, tarih sizi yazsın, nesliniz sizinle gurur duysun... Aksi halde ‘lider iradesi’ne havale edeceğiniz irade sizi sorumluluktan asla kurtarmayacak, bugünlerin günahına ortak edecektir...
1979’da Celal Bucak’ın 8 yaşındaki oğluyla ‘seri’ye başlayan çocuk katilleri, biriktirdikleri kanı mürekkep yaparak, bugün dayatacakları yeni anayasayı yazıyorlar... Katillere ve uyuşturucu kaçakçılarına kalem uzatılan bu yeni anayasa sürecinin siz neyisiniz ve neyi olmayı hedefliyorsunuz? Millet adına ‘irade koyucular’ı mı, yoksa parmaklardan ibaret ‘tasdik ediciler’i mi?
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi