“Yıllarca Kürt’üm diyemedim”
Zafer Çağlayan buyuruyor ki, “Yıllarca Kürt’üm diyemedim!..” Başka gerekçe aramayalım, işte Türk-Kürt böyle ayrışır...
İlgili kişi bu sözleri iltica amacıyla sığındığı bir İtalyan sınır karakolunda değil, Türkiye Cumhuriyeti’nin Bakanlık koltuğunda söylüyor!.. Sanki devlet onun etnik kimliğini bilmeyecek kadar uyurgezerdi de o da ‘kripto kripto’ ilerleyerek önemli zenginlerden birisi oldu, ardından yıllarca Ankara Sanayi Odası Başkanlığı, ondan sonra da milletvekili ve Bakanlık koltuklarına oturdu!.. Kuzey-Güney savaşını Kuzeyliler kazanıp köleliği bitirdikleri için de kimliğini rahatça ifade edebileceği ‘eşit vatandaş’ statüsüne kavuştu!..
Yazık, çok yazık!.. Bir Bakan, bu sözlerin yakın tarihi bilmeyen genç kuşaklar üzerinde nasıl bir etki doğuracağını kestirmeden, ağzına geleni bu şekilde sorumsuzca sarf eder mi? Duyan da büyük bir zulmetten ve soykırım tehdidinden saklanarak bugünlere ulaştığını zanneder!.. Ülkenin hem ekonomik, hem de siyaseten ‘krem tabakası’ denilebilecek kesiminden olacaksınız ve bunları söyleyeceksiniz!..
Kendisi Muş’ludur... 1994’te Muş Belediye Başkanlığı’nı MHP kazanmıştı... Acaba burada ‘seçilen’ ve ‘seçen’ler kimliklerini gizlemek zorunda kalan insanlar mıydı? Yoksa Muş’a MHP Giresun’dan bir Çepni, Toroslar’dan bir Yörük veya Kayseri’den bir Avşar’ı mı götürüp aday yapmıştı? Değildi ama diyelim ki aday öyleydi, ya seçenler kimlerdi? Aynı durum 1999’da MHP’nin milletvekili çıkardığı Ağrı, Bitlis, Van, Şanlıurfa gibi illerimiz için de geçerliydi elbette... Yoksa Bakan’ın nazarında bu iller, üzerlerine ‘Türklük demir perdesi’ geçirilmiş esir iller miydi?
Şayet Zafer Çağlayan, bu sözünün ne anlama geldiğini bilmeyecek çapta birisiyse onun Bakanlık yaptığı ülkeye yazık!.. Yok, biliyor da özellikle sarf ediyorsa, o ülkeye iki kere yazık!.. Kardeşliğe darbe vurmak ve ‘etnik cehenneme odun taşımak’ budur işte...
Bakan Bey, “Bugün konuştuklarımızı sekiz-on yıl önce konuşamazdık” diyerek, kimliklerin açıkça ifade edilebilmesinin altını önemle çiziyor... O hâlde gerçek teşekkürü kim hak ediyor; yürütme mi, yürütmeyi bu noktaya getiren terörizm mi? Acaba aramızda, ülke yönetimini ‘vura vura’ hizaya sokan terörizme şükran sunmak için kendilerini bir kaç yıl daha gizlemek zorunda kalanlar da var mı?
Çağlayan’ın “Başbakan’ın cesareti, Türkiye’de görülmemiştir” şeklinde alışageldiğimiz ‘Erdoğan güzellemesi’ne itirazımız yok!.. Ama “Kafatasçı milliyetçiliğin önüne geçmek gerekiyor” sözü tam bir skandaldır... Kafatasçı milliyetçilikle diğer milliyetçilik türlerini ayırabilecek bir donamına sahip mi, bu konuda üç-beş cümle edebilir mi bilmiyorum ama şunu iyi biliyorum: Eğer Türkiye’de kafatasçı bir milliyetçilik hüküm sürseydi, kendisi Ankara’da büyük bir sanayici değil, şimdi Zaho’da nalbantlık türü bir meslek erbabıydı en fazla!.. Dünyada ırkçılığın hâkim olduğu hangi ülkede ‘etnik’ kökeni farklı olanı, bir nevi zenginler kulübünün başı ve sonra da Bakan yaparlardı?
Çağlayan “Ben ne olduysam, kendimi gizleyerek oldum, Kürtlüğümü bu devletten gizlemeseydim zengin de olamazdım, Bakan da” diye düşünüyorsa fena halde yanılıyor... Çünkü herkes herkesi tanıyor, ‘devlet’ çok daha iyi tanıyor ve ‘sicil’i biliyordu!.. Etnik ayrımcılık gibi bir ‘ideoloji’si olmadığı için bütün bunları mesele hâline getirmiyordu... İşaretler olumsuz olsa da dileriz bundan sonra da ‘ayrımcılık ve etnikçilik’ bir zemin bulmaz... Ama insanlarda ‘Bunların hepsi fırsat bulana kadar kimliklerini gizliyorlarmış” algısı oluşturacak söz ve eylemler, araya örülen duvarları biraz daha kalınlaştırmaya yarayacaktır sadece...
Gizlilik ‘şüphe’yi, şüphe de ‘tedbir’i zorunlu hâle getirir... Düne kadar birbirlerinin etnik kimliklerini hiç merak dahi etmeyenlerin, bu sorumsuzluklar sonucu “Acaba yanımdaki kim ve benden neyi gizliyor” psikolojisine itilmeleri herhalde kardeşliğe değil, ayrımcılığa hizmet edecektir...
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi