Telvin Hüsn-ü Hat Sahaf Şiir
Anasayfa > Servet Avcı > ROJ TV’den düşman güldürüp, Türk’ün anasını ağlatmak

ROJ TV’den düşman güldürüp, Türk’ün anasını ağlatmak!



ROJ TV’den düşman güldürüp, Türk’ün anasını ağlatmak
Şurası kesin: Bugün, yeryüzünde ‘Türk’ ismi varsa ve hâlâ yaşıyorsa, bunda en büyük pay Türk’ün ‘askerlik sanatı’ndaki ustalığıdır...
Hun İmparatorluğu Doğu sınırlarını Japon Denizi’ne dayarken de, Asya’da binlerce yıl önce dağınık boylar halinde yaşayaş topluluklar ‘Türk’ adı altında toplanırken de, Göktürk Devleti kurulurken de, İstanbul fethedilirken de böyleydi...
Kabul edelim ki, Türk milleti adına tarihte ne varsa, medeniyet oluşturma gücümüz, kültürel birikimimiz, yönetim anlayışımız, hukukumuz, toprak yönetimimiz, mimari tarzımız vs. gibi ne varsa, askerlik sanatımızın arkasından gelmiştir...
Türklerin askerlikteki olağanüstü başarıları olmasa, ne bu coğrafyada olabilirdik, ne medeniyet inşa edebilirdik ne de inşa ettiğimiz medeniyetleri uzun süre koruyabilirdik... Denizi pek tanımayan bir kavmin, Marmara’ya ilk temasından ikiyüz yıl sonra, Cebelitarık’a kadar bütün Akdeniz’i kendine göl etmesi, o sınır tanımaz askerlik dehasının ürünüydü...
Türk’ün askerî dehası, onu hem milletler sahnesinde var kıldı, hem de bağrından medeniyetler çıkan büyük devletler kurup yaşatmasına öncülük etti...
Türk, adeta asker ocağında doğdu... Onun için kendisine ‘ordu-millet’ dendi...
Nikolayeviç Gumilev’in ‘Hazar Çevresinde Bin Yıl’ adlı eserinde dediği gibi, “Türklerde askerlik özel bir meslek değildi. ‘Savaşçı’ ve ‘halk’ Türkler için aynı şeyi ifade ederdi”...
Millet ve devlet kimyamızın içindeki en etkin madde, hep ‘askerlik gücü’müz oldu...
Kimyamızın içindeki o etkin madde şimdi tartışma konusu...
Endişeli bir durum var... Çünkü o etkin madde kaybedildiğinde ya da özelliğini tamamen yitirdiğinde, kimyamız da anlamsızlaşacak...
Biz başkaları gibi olamıyoruz... İçlerindeki bazı beyinsizlerin yaptıkları ihanet derecesindeki fahiş hatalara rağmen, biliyoruz ki, bu mukaddes çatı, sonradan geldiğimiz bu zorlu coğrafyada, tutunabilmek adına en önemli gücümüz... Onu korumanın, daha güçlü, daha vurucu ve daha caydırıcı kılmanın önemine inanıyoruz...
‘O’ olmazsa ‘biz’ de olmayacağız... O halde ‘biz’i düşünüyorsak bile önce ‘o’nu düşünmeliyiz... Ama görmemiz gereken bir de kötüye gidiş var...
Önceki Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner’in internete düşen ve ‘noktasına virgülüne kadar’ sahip çıkılan konuşmaları vahameti açıkça ortaya koyuyor...
Selefi İlker Başbuğ’un Belçika’daki gizli bir konuşması da aynı yöntemle kamuoyuyla paylaşılmıştı... ‘Milletin gözbebeği’ denilen, ‘en az yıpranmış kurum’ olarak yıllarca propaganda edilen TSK’nın en yüksek rütbeli subaylarının düştüğü duruma bakın...
Konuşmalarını korunaklı kozmik odalarda değil, Karargâh’a beşyüz metre mesafedeki Kızılay Meydanı’nda ellerinde hoparlörle yapsalar, neredeyse gizlilik seviyesi aynı olacak!..
Bu tarifsiz güvenlik zaafiyeti madalyonun bir yüzü... Konuşmaların muhtevası ise tamamen içler acısı...
“Eğitim zaafiyeti sebebiyle terörist diye kendi erlerimizin vurulması...”
“Hatalı sınır karakolları...”
“Kendi döşediğimiz mayınlarla kendi erlerimizin ölmesi...”
“Emir komuta birliğinin sağlanamaması...”
Ve hepsinden önemlisi, “Çatışma anında tim komutanlarının silahını mevziye bırakıp kaçması...”
Koşaner’in bu itirafları, PKK adına faaliyet gösteren sitelerde büyük bir iştahla yayınlanıyor... Kendi militanlarına psikolojik üstünlüğün nasıl ele geçirildiğini büyük bir gururla aktarıyorlar... ‘Düşman’ın bu açık itirafları, PKK militanları için büyük bir moral motivasyon kaynağı durumunda...
Doğaldır ki, bu itiraflar, evlatlarını şehit veren ve terörün kökünün hala kazınamamış olmasına öfke duyan millette ilgili kurumlara güvensizliği arttırıyor... Ceset gösterilmediği için ‘etkisiz hale getirilen’ terörist sayısı insanları tatmin etmiyor... Resmi açıklamalar ve artık klasikleşmiş ‘kanları yerde kalmayacak’ diklenmeleri eskisi kadar heyecan uyandırmıyor...
Bütün bunların üzerine ‘silahını mevziye bırakıp kaçan tim komutanları’ itirafı, tarihi askeri başarılarla dolu bir millette şaşkınlığa ve öfkeye yol açmayacak da, ne yapacak?
Machiavelli’e göre ‘savaş bir sanattır’ ve ‘yönetenler açısından tek bilim budur’... Ona göre ülkelerin kaybedilmesi veya kazanılması, yöneticilerinin bu savaş sanatına verdiği önemle ilgilidir... ‘Savaş Sanatı’ adlı eserinde Machiavelli, savaş sanatının kurallarını yerine getiremeyenlerin ayakta kalamayacağını ve yönetemeyeceğini söyler...
Kutadgu Bilig’de de Türk, aynı zamanda bir savaş sanatçısıdır... Kutadgu Bilig’e Göre Türk Savaş Sanatı’nı çok başarılı bir şekilde kaleme alan Dr. Erhan Göksü şöyle aktarıyor asker ve komutanın vasıflarını:
“Askerin korkusunu yenip cesaret kazanması için başındaki kumandanın kahraman ve cesur olması lazımdır. Korkaklar bile başlarındaki cesur komutan sayesinde cesaret bulurlar. Aslanın baş olduğu köpekler aslan, köpeğin baş olduğu aslanlar köpek olurlar.”
“Savaş korkakların işi değildir. Kadınlara benzeyen korkak erlerin savaşta yeri olamaz. Çünkü korkak kimseler orduyu bozarlar, bunun sonucunda asker arasında fesat başlar. Cesur yiğitler anadan doğan hiç kimsenin ecelsiz ölmeyeceğini bilirler. Öyleyse düşmanı görünce korkmamak yalın hücum etmek, erkekler gibi vuruşmak gerekir. Bu aynı zamanda haysiyet ve şeref meselesidir. Bu yiğitlerin başında olan kumandan da haysiyet sahibi olmalı, şerefi için düşmana karşı koymalı ve intikamını almadan geri dönmemelidir. Bu şeref duygusuyla insan düşmanını darmadağın eder. Harpte ilk önce şerefsiz kimseler kaçar. Oysa korkak kimseler bile haysiyetini korumak için kahramanlık gösterir ve onuru için kendisini ölüme atar. Haysiyetli insanlar ancak vuruşarak ölürler.”
*****
Işık Koşaner’in itiraf niteliğindeki konuşmaları, düşman saflarda hiç şüphe yok ki, büyük bir morale yol açtı... Eskiden PKK itirafçılarının TRT’de Ertürk Yöndem’in programlarında konuşturulması bizde nasıl bir duyguya yol açıyor idiyse, şimdi ondan çok daha büyük etki karşı taraf için geçerli oldu...
Ordunun kendi işlerinin dışına odaklanmasının bedelini bu millet ağır ödedi... Balkan Savaşları sırasında, düzenli birliğimizin kendilerine nazaran sayıca onda bir büyüklüğündeki Bulgarlar tarafından Çatalca’ya kadar kovalanması bunun tarihteki en trajik ve kanımıza dokunan örneklerinden birisidir...
Ve maalesef Koşaner’in açıklamaları, 99 yıl önceki Bulgar bozgunundan daha az haysiyet kırıcı olmamıştır işi bilen vicdanlarda...
İnşallah Koşaner’in konuşmaları bir milat olur da, bir restorasyon süreci başlar... Bu restorasyona ve gerçek bir kurmay akılla yönetilen TSK’ya hayati derecede ihtiyaç var...
Türk milleti ‘askeri’ vasfının baskın gelmesi sonucu tarih sahnesinde hep var oldu... Allah ona bu büyük yeteneği verdi... En iyi yaptığı iş oydu ve onu iyi yapmaktan geri durmadıkça muhteşem başarılar elde etti...
Tarih sahnesinde bu vasfıyla doğrulan Türk milletinin şimdi bu vasfı kemiriliyor... Üstelik sadece dışarıdan değil...
Anadolu, zor coğrafya... Bu coğrafyada, vuruculuğunuz ve caydırıcılığınız yoksa, başka hangi sahalarda üstün olursanız olun, tutunamazsınız... Esas ‘noktasına virgülüne kadar sahip çıkılacak’ gerçek budur...
Türk için, şehrin eski mahallelerinde, kunduracılar arastasının arka sokağında yok olmaya yüz tutmuş mesleklerden birisi değildir askerlik...
Bu konuda en fazla kafa yorması gerekenler, ‘nerede hata yaptık’ sorusunu kendilerine sorup, tarihi bir envanter çıkararak, yeni çağın getirdiklerini doğru okuyarak, milletle kaynaşmanın gereğine sarılarak yeni bir konsept geliştirmekten başka çaresi olmayan TSK yöneticileridir...Yoksa Roj Tv’den düşmanı güldürür, cami avlularında Türk anasını ağlatmaya devam ederiz...








Yorumlar

Güvenlik Kodu

vahiy  insan  şehir  revelation  ahlâk  etik  ethica  nüzhet yalan estetik  metafizik  ebrah doğu  batı  fıtrat  creation  yaratılış  iyilik  kötülük  dürüstlük  eşref-i mahlûkat  kişilik  asâlet  cesâret  vefâ  sadâkat  ihânet  yalan  immoralist  mitoloji  belh’um adâl  aere perennius  antere  genetik  şuur  terbiye  muâşeret  muâşaka  muvâsalat  firâk  zarâfet  letâfet  ferâset  panteon   rolyef  fresk  heykel  portre  gravür   ideal  ülkü  ülkücü   kerbelâ  aşk keşke  cennet  cehennem  araf  âdem  havva  hâbil  kâbil  elma  haz  hayâ  hicap  gurur  hürriyet  adâlet  musâvat  agnostic  akıl  dacret  locig  analytical  antiq  aristokrasi  kûrûn-i vustâ  giyotin  hakikat  hikmet  paradox  dialectic  tenkit  stoa  akademia  logos  logos spermaticos  felâsife  gelenek  hermeneutic  semantic  hint  upanişad  mutezile  ihvân-ı safa  ilk neden   iskenderiye okulu  medinetü’l fâzıla   hürriyet  kölelik  rönesans  ütopya  rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed  kur’ân  endülüs ibn-i rüşd  aristotales  şeyh gâlip  farâbi  platon  sokrat   marcus aurelius  galile  mimar sinan  kirkedard  farabi  ibn-i sina   ibn-i hâldun  kafka  taşköprülüzâde  gazâli  musa cârullah  şemseddin sâmi frasheri  bergson  enver paşa  muhammed ikbal  hayyam  mehmet âkif  yâkup cemil  şems  ibn-i haldun  mevlâna  ali şeriâti  fuzulî  ebu’l âlâ el maarrî  ahmet mithat efendi  cemil meriç  nâmık kemal  ahmed hamdi tanpınar  kemal tahir  yahya kemal  cahid zarifoğlu  dostoyevski  tolstoy  knut hamsun  nietzsche  oğuz atay gogol  albert camus  descartes  herman hesse  puşkin  halil cibran  kaşgarlı mahmut  tevfik fikret  cenap şehabettin  neyzen tevfik  motzart  bach  mahler  tarkovski  suç ve  cezâ   anna karenina  madonna  prag  istanbul  çocuk kalbi  sn. petersburg  soljenitsin  marks  kant  heraklit  hegel  el-hamra  endülüs  kâmus u türkî  redhouse  wagner  kâmus u okyanus  lugat-i fransevî  iliria shqip  meydan larusse  şakâyık-ı nûmâniye  mevzuâtü’l ulûm  abdülkadir merâgi  ıtrî  muhammed esed  michelangelo van gogh  cezanne  rembrand  monet  hoca ali rıza  ulysess gaze  eleni karaindrou  sezen aksu  golha  farid farjad  osman hamdi

Tasarım : ATS