AKP-CHP-BDP ara rejim koalisyonu
CHP ‘cumhuriyeti kuran parti’ olarak tarihe geçmişti... Ya şimdi? Kılıçdaroğlu’nun başkanlığındaki CHP, ‘açılım süreci’ baz alındığında ‘koalisyon ortağı’ gibi mi duruyor, yoksa ’muhalefet partisi’ gibi mi?
İçeride direnen ulusalcı ekibi dengede tutma ihtiyacı olmasa, bugün CHP, BDP kadar trafiğin içinde yer alacak!.. Küreklerin aheste çekilmesi gerektiği için şimdilik ‘stratejik adımlar’la sürece katkı sağlanıyor...
Önceki gün Kemal Kılıçdaroğlu’nun başkanlığında gerçekleşen Parti Meclisi toplantısından sonra sözcü Haluk Koç’un yaptığı açıklama, CHP’nin sürüklendiği yeri ele veriyor zaten... Süreç samimi bir şekilde yürütülmeli, iniş çıkışlara yer verilmemeliymiş!.. Amaç gerçekten ‘Kürt sorunu’na çözüm olmalıymış!..
Eh zaten, hükûmet de bunu yaptığına göre CHP’nin ’muhalefet’i nerede? Gecikmeden bu sorumuza da cevabımızı alıyoruz... Meğerse bu süreçte bazı suçlar işleniyormuş!.. Görüşmeleri yürüten MİT’in Milli Güvenlik Kurulu tarafından yetkilendirilmesi gerekiyormuş!.. Bu yetkilendirmenin yapılıp yapılmadığı bilinmiyormuş!.. Yine Kandil ve İmralı görüşme ve tutanaklarının basına sızması da suçmuş!... Sürece Meclis’in de katılması ve bilgilendirilmesi gerekiyormuş!..
CHP’nin sürece ilişkin bütün dertleri bunlar!.. MİT’i Milli Güvenlik Kurulu yetkilendirirse sanki bütün ‘çekince’ler ortadan kalkacak gibi bir ‘muhalif’ tavır!.. Bütün gayret, açılımı ‘yasal dayanaklar’a oturtmaktan ibaret!..
‘Muhalif görünümlü destekçi’ Kılıçdaroğlu bu sürecin en önemli aktörlerinden kesinlikle birisidir... Oturduğu koltuğun tarihî meşruiyetini ve mesuliyetini, ‘Türkiyelileştirme’ projesine katkı sağlamak için ‘planlı’ biçimde kullanıyor...
Türkiye’yi bu noktaya getirenler, siyasî iktidarın önündeki taşları temizlerken eş zamanlı biçimde muhalefeti de dizayn etmekten geri durmadılar... Deniz Baykal öncesi ve sonrası CHP’nin farkı, sürecin ‘tesadüflerin insafı’na bırakılmadığını belgeliyor... ‘Planlı’ ve ‘sağlam’ adımlar atılıyor!.. Daha önce de yazdım, CHP bu sürecin hızını ve çapını denetlemekle görevli parti...
O yüzden Anayasa Komisyonu üyesi ve CHP Konya milletvekili Atilla Kart’ın “Ne mutlu eşitim diyene. Artık asimilasyon politikaları terk edilmelidir, Türkleştirmekten vaz geçilmelidir” şeklinde Apo’ya nazire yapan tarzdaki konuşması asla sürpriz değildir... Artık anlayalım, ‘yeni’ CHP’, yakalarındaki ‘kurucu’ rozetinden sıkılanların yönetimi altındadır...
Ülke tarihinin en sancılı dönemini yaşarken, ‘açılım süreci’yle ilgili şu fotoğraftaki çaresizliğe bakın: AKP, CHP ve BDP ‘küçük farklar’ dışında aynı çizgide... Sürecin dışındaki MHP ise, süreci destekleyen liberal, solcu, İslâmcı istisnasız herkes tarafından ağız birliği edilmişçesine “İyi ki var” denilen ve övgüye mazhar bulunan lider ve kadrosu tarafından yönetiliyor... Muhalefet partilerine oy verenlerin iradeleriyle, partileri yöneten idareler arasında öylesine ‘yalıtkan’ bir duvar örülmüş ki, değil elektrik, hava bile geçmiyor...
Ülke okyanusta dümeni kilitlenmiş bir gemi gibi, hangi kayalıkta son bulacağı bilinmez bir şekilde sürükleniyor... Baldıran zehri içtiklerini söyleyenler, halka güzellikler vaat ediyorlar... Yılların kanla yazılmış tarihinden bıkmış ve buna çare arayan insanların bu özlemi yalanlarla istismar ediliyor... Ve bu ‘ucuz tiyatro’ herkes için ‘seyri mecbur’ bir kimliğe kavuşturuluyor!..
Keşke milletçe bu savaşı dağlarda kaybetmiş olsaydık... O zaman kendimizce bir izahı olurdu... Ama dağlarda kazanılan, başkentin puslu zulalarında dişine kan değenlere meze ediliyor... İşte izahı yapılamayan bu: “Biz ne zaman yenildik de, ‘mağlup’ sıfatıyla masalara oturuyoruz?”
Ne diyor BDP Eşbaşkanı Gülten Kışanak: “Öcalan’la devlet, resmi müzakere noktasına gelmişse, bu ateşkesten daha kıymetli...” Kışanak haklı olmasına haklı da bu utanç kime ait acaba? Sadece siyasî iktidara mı, yoksa ‘kendisi muhalefette, fikri iktidarda’ olanlara da pay çıkmaz mı?
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi