Apo ‘zamanın ruhu’ndan anlar mı?
Diyarbakır’da okunan o mektubun teröristbaşı Apo tarafından yazılmadığı çok açık... Denilebilir ki, “Önemli olan altında onun imzasının olması”... Elbette onun imzasının olması önemlidir önemli olmasına da, şayet o mektup bir başka irade tarafından yazdırılmışsa -ki öyle- içerdiği ifadeler dolayısıyla büyük risk taşıyor...
Apo’yu en iyi tanıyanlardan birisi hiç şüphesiz Şemdin Sakık... Sakık’a göre, Apo, Milli Türk Talebe Birliği’ne gitmiş, ancak temel dinî bilgilerden mahrum olduğu için kovulunca sol grupların kapısını çalmış... Mahir Çayan’ın, Yusuf Küpeli’nin, Deniz Gezmiş’in gruplarına girmeye çalışmış fakat son derece ‘sığ ve yetersiz algılama problemi’ dolayısıyla
dışlanmış...
Sakık onun için şu ifadeyi kullanıyor: “Okumayı, kitapları, kitap yazanları ve kültürü sürekli küçümsedi horladı. Entelektüellerden nefret etti. Ancak bir yandan da kurnazca onların emeklerinden ve kitaplarından yararlanmayı ihmal etmedi. Geçtiği okullardan aldığı diplomaları da tıpkı diğer işlerini yaptırdığı gibi, okul arkadaşlarının emeklerini sömürerek ve kopya çekerek elde ettiğinden eminim. Nasıl ki 500 kitap yazdığı iddiaları külliyen yalandan ibaretse, sınıfları kendi emeğiyle geçtiği de o kadar yalandır...”
‘Şemdin Sakık’tan Mektuplar’ adlı kitapta, Sakık, Apo’un okul ve kitap düşmanı olduğunu, sonraki süreçte okulların yakılmasını ve öğretmenlerin öldürülmesini sırf bu yüzden istediğini söylüyor ve hayatı boyunca bir tek kitap okurken görülmediğini ifade ediyor... Apo’nun adına yayımlanan kitapların ‘şehirlerdeki sempatizanların ve eli biraz kalem tutan militanların makalelerinin toplanması’ndan ibaret olduğunu vurgulayan Şemdin Sakık, bunları bilmeyenlerin onu tüm zamanlarını kitap yazarak geçirdiği ve çok bilge, teorisyen bir dâhi sandığı gerçeğinin altını çiziyor...
Apo’un ideolojik olarak yaslandığı Karl Marx’ı hiç okumadığını, okusa da anlayacak dil ve bilgi zenginliğine sahip olmadığını söyleyen eski yoldaşı, 2005’te yayımlanan kitabın 231. sayfasında şu önemli notu düşüyor: “Kürt halkını ben yarattım. Bu kutsal kavgayı ben başlattım, geliştirdim ve sonuca götürüyorum. Bu ülkede kıpırdayan her yaprakta benim nefesim var. İradem dışında hiçbir şeyin gelişmeyeceğini bilmelisiniz. Sadece Türkiye’yi değil, Orta Doğu’yu değil, dünyayı etkiliyorum’incilerini dizen bu adam bu ruh haliyle İmralı’dan dünyayı yönettiğini sanıyor...”
Sakık’ın diğer tespitlerini sıralayalım: “Dilinden dökülenler yazıcı ve teybe kaydediciler tarafından mütemadiyen kayıt altına alınır. Sonra bunlar okumuşlardan oluşan bir komisyon tarafından süzgeçten geçirilerek, düzeltilip mantıklı bir akış içine konularak, aralarına çalma çırpma sözler, pasajlar yerleştirilerek makalelere, makalelerden kitaplara dönüştürülür... Ah, keşke kopya çekmeden, başkalarından çalıp çırpmadan, yanındaki ve piyasadaki yaltak kalemşorlarına yazdırmadan bir şeyler yazmış olsaydı... Gerek İmralı’daki savunmalar gerekse AİHM’e sunduğu savunma metinleri tamamen hırsızlık ve kopya örneğidir. Örneğin manifesto ve savunma denilen yerler Gordon Childe’dan çalıntı ve olduğu gibi kopya edilmiştir... Kendi adına kitap yazdırmak yeterli olmamış ki, örgüt dışından bazı gazeteci ve profesör kalemşorlara de kitap yazdırmıştır...”
Hem kendi gözlemlerimiz hem de en yakın yol arkadaşının ifadeleri bize o mektubu kendisinin yazmadığını gösteriyor... O zaman sormak lâzım: Masanın diğer tarafına oturan ‘mutabık’lar, kimin talimatıyla o mektuba “Bu bir son değil, yeni bir başlangıçtır. Bu mücadeleyi bırakma değil, daha farklı bir mücadeleyi başlatmadır” ifadesini yerleştirdiler?
Şimdiye kadar ‘câniliği cehaletini bastırmış’ bir katilden adeta ‘bilge’ yontan bir ‘konsorsiyum’ hangi mantıkla ’büyük demokratik hamle’nin ustalığını Apo’ya havale etmiştir?
Mektuba da yansıyan şifre ‘zamanın ruhu’ öyle mi? Sevsinler sizin şifrenizi!..
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi