Telvin Hüsn-ü Hat Sahaf Şiir
Anasayfa > Servet Avcı > Millî devlet neye engel?

Millî devlet neye engel?



‘Pop-İslâmcılar’ın sık başvurdukları referanstır, Osmanlı’nın milliyetçilik yapmadan altı yüz yıl dünyaya hükmetmiş olması... Bu görüşe göre, milyonlarca kilometre kare içinde yaşayan farklı milletlerin bir arada tutulması ancak milliyetçilikten uzak bir anlayışla mümkün olabilirdi... Eğer Osmanlı kendi kavmiyeti ekseninde adaletsiz rejim kursaydı, diğer milletleri aşağılayarak, ezerek, sömürerek yürümeye çalışsaydı bu kadar uzun süre ayakta kalamazdı... 
Bu görüş içinde haklılık payı da yok değil... Ama siyasî anlamda ‘millet’ ve ‘milliyet’ kavramlarının gelişmediği, bir akıma dönüşmediği yüzyılları baz alarak, “Bakın Osmanlı nasıl da adaletiyle bu işi başardı” şeklinde bugünü kapsayacak bir genelleme çıkarmak yanlış... Eğer ‘adalet’ tek başına bekânın teminatı idiyse cihan imparatorluğu neden yıkıldı o zaman? 
Ortada çok bilinmeyenli bir denklem yok... Avrupa’da artan milliyetçilik rüzgârlarının egemenliğimiz altındaki milletleri etkilemesiyle, zamanlama açısından devletin zayıf düştüğü dönemin çakışması ‘sert düşüş’e sebep oldu... Metre metre değil, ülke ülke küçüldük... Ne adaletimiz kurtarabildi bizi, ne de diğer milletleri aşağılamayan yönetim tavrımız... Önümüzde tek seçenek kalmıştı; millî devlet... 
Aradan yüz yıl geçmedi, şimdi yine Anadolu’da Osmanlı’nın Sırp, Bulgar, Yunan tebasına benzer topluluklar varmış gibi davranmamız, ‘farklı etnik yapılardan oluşan bu ülkede milliyetçiliğin ayrıştırıcılığı’na karşı Osmanlı ‘şablon’unu benimsememiz öğütleniyor; sanki söz konusu yapı 20. yüzyılın başında o milliyetlerin kanlı ihanetine sahne olmamışçasına... 
Elbette Osmanlı Devleti hem kudret, hem de hâkimiyet süresi açısından Türk tarihinin en zirve noktasını yakaladı... Ama tarihin şartları bugün başka akıyor... Şimdi bize ‘millî devletler çağı’nın bittiğini va’zedenler, uyandırdıkları etnik fitnenin rahatça boy atması ve resmî yönden ‘kurumsal kimlik’ kazanması için ‘tarihten izdüşüm’ kurnazlığı yapıyorlar; “Tarih ihya edilemez, ancak hayal edilebilir” gerçeğine inatla... 
Başbakan’ın bir anda ‘Kürdistan ve Lazistan eyaletleri’ni hatırlaması elbette bir boşboğazlık veya tesadüf değil... Batı orijinli ırkçılıkla Türk milliyetçiliğini, kavmiyetçiliği, asabiyyeyi birbirinden ayıramayan, milliyet gerçeğinden nasipsiz bir gelenek ve danışman kadronun işi getireceği nokta buydu ve eşiğe geldik... Türkiye’de ‘Türk milliyetçiliği’ni bölücülük ve ayrıştırıcılıkla haksız yere itham ederken, gerçek ayrıştırıcılığın kimler eliyle gündeme getirildiği bir kere daha ortaya çıktı... Hakikaten hangisi bölücülük ve ayrıştırıcılık: Türklüğü etnisiteye indirmeyen ve vatandaşlık bağını herkesi ‘bir görmek’için yeterli sayan ‘kucaklayıcı’bir anlayış mı? Elinde takvim ve cetvelle millî devlet topoğrafyasından ‘etnik eyaletler’çıkarma hırsı mı? Akıl ve namus sahibi herkes için elbette doğru cevap ikinci şıktır...
’Beynelmilelci’ altyapısından olsa gerek Başbakan Erdoğan, ‘Türk’ kelimesini konuşmalarında kullanmaktan pek hazzetmiyor... Uzun süredir bu konuda eleştiri alıyor olsa da prensibinden vaz geçmiyor... Çanakkale Deniz Zaferi’nin yıldönümündeki konuşmasında bu ‘ambargo’yu belki kaldırmıştır diye dikkat kesildim!.. Ama yine olmadı... Birisi bu zaferi kazanmıştı fakat kimliği meçhuldü!.. 
Allah var, Çanakkale’nin bir ırkın zaferi olmadığını söylerken bir ‘millet’ten söz etti,  “Çanakkale’yi anlamayan milleti de, milliyetçiliği de anlayamaz” dedi... Sıra o sözü edilen milletin ismine gelince yine 
atladı!.. 
Sanki bu ‘kimliksiz millet’cami avlusunda bulunmuş, cemaat onu karakola teslim etmiş, karakoldaki polisler de ona ‘Kader’ adını koymuşlardı!.. İşte bu anlayış, içinde ‘Türk’ün olmadığı lügatine, ‘Kürdistan ve Lazistan’ı ekleyerek Türkiye’yi yönetiyor...


 

Yorumlar

Güvenlik Kodu

vahiy  insan  şehir  revelation  ahlâk  etik  ethica  nüzhet yalan estetik  metafizik  ebrah doğu  batı  fıtrat  creation  yaratılış  iyilik  kötülük  dürüstlük  eşref-i mahlûkat  kişilik  asâlet  cesâret  vefâ  sadâkat  ihânet  yalan  immoralist  mitoloji  belh’um adâl  aere perennius  antere  genetik  şuur  terbiye  muâşeret  muâşaka  muvâsalat  firâk  zarâfet  letâfet  ferâset  panteon   rolyef  fresk  heykel  portre  gravür   ideal  ülkü  ülkücü   kerbelâ  aşk keşke  cennet  cehennem  araf  âdem  havva  hâbil  kâbil  elma  haz  hayâ  hicap  gurur  hürriyet  adâlet  musâvat  agnostic  akıl  dacret  locig  analytical  antiq  aristokrasi  kûrûn-i vustâ  giyotin  hakikat  hikmet  paradox  dialectic  tenkit  stoa  akademia  logos  logos spermaticos  felâsife  gelenek  hermeneutic  semantic  hint  upanişad  mutezile  ihvân-ı safa  ilk neden   iskenderiye okulu  medinetü’l fâzıla   hürriyet  kölelik  rönesans  ütopya  rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed  kur’ân  endülüs ibn-i rüşd  aristotales  şeyh gâlip  farâbi  platon  sokrat   marcus aurelius  galile  mimar sinan  kirkedard  farabi  ibn-i sina   ibn-i hâldun  kafka  taşköprülüzâde  gazâli  musa cârullah  şemseddin sâmi frasheri  bergson  enver paşa  muhammed ikbal  hayyam  mehmet âkif  yâkup cemil  şems  ibn-i haldun  mevlâna  ali şeriâti  fuzulî  ebu’l âlâ el maarrî  ahmet mithat efendi  cemil meriç  nâmık kemal  ahmed hamdi tanpınar  kemal tahir  yahya kemal  cahid zarifoğlu  dostoyevski  tolstoy  knut hamsun  nietzsche  oğuz atay gogol  albert camus  descartes  herman hesse  puşkin  halil cibran  kaşgarlı mahmut  tevfik fikret  cenap şehabettin  neyzen tevfik  motzart  bach  mahler  tarkovski  suç ve  cezâ   anna karenina  madonna  prag  istanbul  çocuk kalbi  sn. petersburg  soljenitsin  marks  kant  heraklit  hegel  el-hamra  endülüs  kâmus u türkî  redhouse  wagner  kâmus u okyanus  lugat-i fransevî  iliria shqip  meydan larusse  şakâyık-ı nûmâniye  mevzuâtü’l ulûm  abdülkadir merâgi  ıtrî  muhammed esed  michelangelo van gogh  cezanne  rembrand  monet  hoca ali rıza  ulysess gaze  eleni karaindrou  sezen aksu  golha  farid farjad  osman hamdi

Tasarım : ATS