Bilinse de söylenmeyenler ve çapulcular
Ortada pek çok ‘bilinmeyen’ var... Meselâ ‘barış’ın tarafları kimler? Türkler ve Kürtler mi, yoksa AKP’nin yönettiği devletle PKK mı? Bilinmiyor!.. Bilinse de söylenmiyor...
Terör örgütüne sınırların dışına çekilmesi karşılığında vaat edilen ne? Bilinmiyor!.. Bilinse de söylenmiyor!..
BDP’lilerin dokunulmazlıklarının kaldırılması, hatta idam, üstelik Başbakan’ın diliyle gündeme oturmuşken, sihirli dokunuşla ‘ortak anayasa’ yapar hâle gelindi... Nasıl oldu? Bilinmiyor!.. Bilinse de söylenmiyor...
‘Domuz eti yiyenler’in, ‘zerdüştler’in, ‘İslâm düşmanları’nın bir anda kandırılmış eski ‘Müslüman’ oldukları fark edildi... ‘Hidayet’in düğmesine nerede basıldı? Bilinmiyor!.. Bilinse de söylenmiyor...
“Âkîl adamlar’ın görevi halkın nabzını tutmak mıdır, halkı ikna etmek midir, terör örgütünü meşrulaştırmak mıdır?” sorularının cevaplarını ‘âkîl’ler dahil kimse bilmiyor... Bilinse de söylenmiyor...
Teröristler çekilirken ilgili birimlere ‘yazılı emir’ verilip verilmeyeceğini, emri vermesi gerekenler de alması gerekenler de bilmiyor!.. Bilinse de söylenmiyor...
Tabelalardan T.C. yazısı ufak ufak yoklamalarla siliniyor... Tepkilerin altından kalkılamayacağı anlaşılınca silinmesi emrini kimin verdiği bilinmiyor!.. Bilinse de söylenmiyor...
‘Meşenin dalları’nın muhatap kişi ve kurumların neresine battığı bir türlü bilinmiyor!.. Bilinse de söylenmiyor...
Nerede izah edilemeyecek bir ‘ilişki’ ortaya çıkıp, arka açıkta kalsa “O görünen bizim değil, devletin arkası” denildi... “Devlet nedir, onu kim temsil eder, siyasî iktidar nereyi yönetir?” sorularının cevapları bilinmiyor!.. Bilinse de söylenmiyor?
“Teröristlerle araya mesafe koymayanlarla görüşmem” deyip, şimdi ‘komisyon kardeşliği’ kurmanın -tıptan vaz geçtik- delikanlılık dilindeki karşılığı nedir? Bilinmiyor!.. Bilinse de söylenmiyor...
Heyet-i nâsıha mıdır, yoksa heyet-i fâsıka mıdır, her neyse, içlerinden kaçının PKK kontenjanından tayin edildiği, bu ‘koalisyon’daki üye dağılımının kimler tarafından pazarlıkla belirlendiği bilinmiyor!.. Bilinse de söylenmiyor...
Bu süreçle eşzamanlı olarak, af ve özerkliğe de kapının aralandığı “Yeni bir yönetim modeline mi geçilecek, yarı-başkanlık veya başkanlık dönemi mi dayatılacak?” bilinmiyor!.. Bilinse de söylenmiyor...
Yine bu süreçte ‘bilgilendirilme’ açısından Meclis’in milletvekilleriyle, bahçıvan veya çaycıları arasında ne fark bulunduğu, kimin daha fazla bilgiye ve etkiye sahip olduğu bilinmiyor!.. Bilinse de söylenmiyor...
Bu kadar ‘bilinmeyen’in arasında bilinen tek bir şey var... O da bu sürece endişeyle bakan ve karşı çıkanların ‘çapulcu’lukları!.. Süreci gizemle örten Başbakan, sıra itiraz edenlere gelince çok net konuşuyor!.. Evet, onlar çapulcular!..
Başbakan, Turgut Özal’ın ayak izlerine basarak ilerlemeye çalışıyor... Çünkü Özal, bütün iktidarı boyunca ‘1980 öncesine dönmek’diye bir korku salmaya çalışmıştı... 1987’deki ’siyasî yasakların kaldırılması’ referandumunda da temel propagandası buydu... Sürekli “ANAP iktidardan düşerse, 1980 öncesinin çatışmalı yıllarına döneriz” vurgusu yapmıştı...
Oysa bu ‘korkutma tekniği’ Özal’ı kurtarmaya yetmemişti... Önce referandumda yasaklar kalkmış, ardından ANAP iyice eriyince, Meclis’in çarpık aritmetiği sayesinde kendisini Köşk’e atmıştı...
Şimdi aynı tekniğe Erdoğan sarılmış durumda... Yurt genelinde protestolar artınca gerildi ve “Kimse 1980 öncesi manzarayı bugüne taşımaya kalkışmasın” demeye başladı...
“Gerçekliği olmayan bu umacı üretimi eğer işe yarasaydı, Özal’ın işine yaramaz mıydı?” sorusunun cevabını bilmiyor!.. Bilse de söylemiyor değil!.. Hırs ve paniğin iç içe geçtiği bu sağlıksız durumda doğru cevabı galiba gerçekten bilmiyor!..
Bu, iyiye işaret...
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi